Demokrasinin Kırılma Noktası: 27 Mayıs ve Bitmeyen Yüzleşme
Tarihin tozlu raflarında bazı tarihler vardır ki, yalnızca bir dönemi değil, bir milletin hafızasını da kökünden sarsar. 27 Mayıs 1960... Türk demokrasisinin alnına kara bir leke gibi sürülen ilk askerî darbe.
O sabah, silahların gölgesinde uyanan Türkiye, millet iradesine yapılan bir hançer darbeyle sarsıldı. Seçilmiş bir hükümet, milletin teveccühüyle işbaşına gelen bir Başbakan ve iki bakan, hukuk dışı bir mahkeme eliyle idam sehpasına gönderildi. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan… Bugün hâlâ vicdanlarda yankılanan çığlıkların, yüreklerde taş gibi oturan suskunlukların adıdır bu üç isim.
27 Mayıs sadece bir hükümetin değil, bir sistemin, bir umudun, bir milletin demokrasiye olan inancının hedef alınmasıydı. "Ordu göreve!" nidalarıyla meşrulaştırılan o müdahale, sonraki yıllarda gelen darbelerin de önünü açtı. 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta, 15 Temmuz’da hep aynı karanlık zihniyetin izlerini gördük.
Bugün geriye dönüp baktığımızda, demokrasi tarihimizin bu karanlık sayfasıyla yüzleşmenin, sadece bir özürle değil; hukukun üstünlüğüne, halkın iradesine ve adalete bağlılıkla mümkün olduğunu görüyoruz. Çünkü darbeler sadece geçmişi çalmaz, geleceği de ipotek altına alır.
27 Mayıs’ın yıl dönümünde, demokrasiyi bir rejim değil, bir değer olarak gören herkesin aynı soruyu sorması gerekir: "Bir daha asla" demek için ne yaptık, ne yapıyoruz?
Milletin iradesini hiçe sayan her kalkışma, hangi gerekçeyle olursa olsun, aynı karanlığa hizmet eder. O karanlıktan aydınlık doğmaz. Aydınlık, sadece milletin iradesiyle gelir.
Şeyda GÖKTEN