Bir ülkede adalet sadece mahkeme salonlarında değil morg koridorlarında, enkaz başlarında, mezarlıkların sessizliğinde aranıyorsa, orada hukuk bitmiş, devletin vicdanı küflü bir arşive kaldırılmış demektir.
Bugün bu topraklarda bir yakınınızı özel hastaneye emanet edersiniz; size “yoğun bakımda” yattığını söylerler, faturayı şişirirler, üç gün sonra ölüm belgesini imzanızla teslim ederler. Ölüm bile faturalandırılmıştır artık. Yeni doğan bebekler bile "yoğun bakım ticaretine" kurban edilir; nefesi kesilmiş minicik bedenler günlerce cihazlara bağlı gösterilir, para tabelaya yazılır.
Bir sabah oğlunuzu okula değil mezara hazırlarsınız. Deprem yönetmeliğiyle yapılmış eviniz, bir müteahhitin vicdansızlığıyla birlikte üstünüze çöker. “Vergisi verilmiş ölüm” diye bir kavram çıktı artık bu ülkede.
Başka bir gün üniversite sınavına girer çocuğunuz. Gece boyunca gözyaşıyla dua edersiniz ama sabah YÖK’ün ya da sistemin tuşlara nasıl dokunduğuna bakılır. Tercihlerle oynanır, sıralamalar kayar; on binlerce genç umutlarını değil geleceğini kaybeder.
Hakemler, futbolcular bahis oynar; sahada ter değil, kuponlar aklar. Futbol değil artık tiyatro izliyoruz: skorlar şans oyunlarına göre belirleniyor, genç futbolcuların emeği rulet masasına sürülüyor.
Bir oğlunu devlete teslim edersin, “yurt” diye. Teslim ettiğin çocuk geri gelirse artık başka biri olur; tacize uğramış, susmaya zorlanmış, hayata küsmüş bir gölge olarak.
Maden çöker. 50 işçi ölür. Üç gün üzülürüz, kırkıncı gün unutulur. On yıl sonra patron elini kolunu sallayarak gezer. “Kader planı” dersiniz, çünkü mahkeme salonlarında kader konuşulmaz; yalnızca dosyalar zamanaşımına gömülür.
Trafikte biri korna çaldınız diye bıçakla üzerinize yürür, sokakta 15 yaşındaki çocuk elinde bıçakla cebinize değil hayatınıza göz diker. Artık kavga değil, cinayet çağındayız. Çocuklar oyun parkında değil, hapishane koridorlarında büyür oldu.
Marketten tereyağı alırsınız margarindir, sucuk alırsınız at eti-dana eti karışımıdır, pul biber diye talaş yersiniz. Sahtekârlık yalnız ekonomiyi değil, mutfaklarımızı bile işgal etmiştir.
Borsada yatırım yaparsınız, “finans dahileri” bir gecede cebinizdeki parayla servet yaratırlar kendilerine. Sarraftan altın alırsınız; sahte. Telefon gelir, bir ses memur gibi konuşur; paranız gider. Rüşvet, zimmet, irtikap… Kravat takıldığında suç olmaktan çıkmış sanki.
Ve bütün bunlar olurken “adalete güven kalmadı” dediğimizde, kimse morgdaki çocuğunu, yanan madenciyi, tacize uğrayan evladı, enkaz'da kalan ailesini hatırlamaz. Adaletin çöküşü siyasetten önce sokaktaki insana saplandı.
Bu Ülkede İnsanlar Artık Şunu Biliyor....
Devlet sizi korumazsa, siz kendinizi korursunuz.
Hakim sizi duymazsa, öfke taşar sokaklara.
Kanun işlemezse insanlar kendi kanunlarını yazar.
Ve bu, bir toplumun çürümesi değil, toplumun kendi savunma refleksidir.
Çözüm? Acı ama net:
Türk Ceza Kanunu yeniden yazılmalı.
Ceza, caydırıcı olmalı; göstermelik değil.
Kamu suçlarında af değil, hesap sorulmalı.
Şeffaflık lüks değil zorunluluktur.
Ve evet, tartışması bile yasak olan o konu: İdam cezası. Bazı suçların cezası yalnız mahkûmiyetten ibaret olamaz.
ADALET gecikirse intikama dönüşür,
DEVLET susarsa sokak konuşur,
TOPLUM görmezden gelirse çürür.
Biz hala vakit varken bağırıyoruz!
“Adalet sadece mahkeme kararı değil; bir milletin nefes alma hakkıdır!”
03 Kasım 2025
Hasan Fatih Özsümer