KABULLENMENİN ŞİFASI
Bugün genç rehber öğretmenimle konuşurken, “Hayatımdaki bazı şeyleri kabullenmekte zorlanıyorum Hocam!” dedi.
“Onun için dik durmaya, iyi olmaya ya da iyi olduğumu göstermeye ve direnmeye çalışıyorum!”
“Bu da doğal olarak seni çok yoruyor!” dedim.
Cevap açık ve net!
“Evet Hocam, çok ama çok yoruyor!”
Evet, hocamız genç ve gençliğin verdiği bir isyan ruhu ve direnişi var üzerinde.
Kanı kaynıyor! Hareketli!
Ama yaşadığı bazı şeyleri artık hazmetmekte zorlanıyor.
Zihni karışık, “kabul etmek ve teslim olmak” çok zor onun için.
Hatta burada bir metafor kullanayım, zihni “bisiklet” gibi.
Bisiklet kullananlar bilirler, bisikletle hareket ettikçe dengede durabilirsiniz. Hareket yavaşlar ya da durursa bisikletin dengesi bozulur.
Ama hayatta bazen yavaşlamak, hatta bir yerde biraz durmak da gereklidir değil mi?
Ben de aldım sazı elime ve;
Dedim, “Düşün kitemiz bir havaya ihtiyacın var.
Sadece fiziki temizlik ve oksijen seviyesinin fazlalığı değil, maddi manevi tertemiz bir havaya ihtiyacın var!”
“Evet hocam!”
“Nereye gidersin, nerede solumak istersin bu havayı?”
“Bilmem!” dedi. “Hem madden hem manen temiz olan bir yer iyi olurdu!”
“Haydi!”dedim. Seni bir yolculuğa çıkarayım.
“Gözünü kapayınca o yere gidebileceğini farz et ve kapat gözünü!”
“Neredesin şimdi?“
“Eyüp Sultan’dayım Hocam!”
“Harika!”
(Eyüp’e götürmüş gibi yapıp kurumun yanındaki parkta küçük bir yürüyüş yaptırdım!)
…
Bundan sonrasını rehber öğretmenimle beraber siz de dinleyin.
İstanbul’un en sessiz, en sakin ve temiz nefesi Eyüp Sultan’da alınır.
Burada rüzgâr dua eder, yaprak ağaçtan edeple düşer.
Kuşlar yavaş ve asude uçar, zaman ağır ağır ilerler.
Sanki şehir susar, ruh konuşur.
Lakin bu sessizlik bir bitişin değil, bir olgunluğun, kemalin sessizliğidir.
Eyüp Sultan’ın sükûneti, kabullenmenin içinden süzülür.
Burası, ölümü hatırlatmaz; ölümü kabullenmenin yumuşak yüzünü gösterir.
Bir tür teslimiyet vardır ama o teslimiyetin içinde bir kıvılcım yanar.
Hareketin nezaketi, zarafeti, letafeti vardır.
Eyüp Sultan, hem diz çökenin hem de yeniden ayağa kalkanın yeridir.
Kabullenmek burada pasif bir boyun eğiş değil, bilinçli bir duruş hâlidir.
Rüzgâr suskun görünür ama dua taşır.
Toprak sessizdir ama içinde yepyeni bir hayat saklar.
Sükûnet burada ölü değildir, uyanıktır.
Eyüp Sultan, insana kaderle dost olmayı, kederden ise uzak durmayı öğretir.
Çünkü dost olduğun şeye artık direnmezsin.
Ama dost olduğun şeyle birlikte yürürsün.
O yüzden Eyüp Sultan’ın sessizliği hareketsiz değildir.
Dua ederken bir adım, sabrederken bir nefes kadar canlıdır.
Burada kabullenme, umudun en sade biçimidir.
Bilirsin kabullenme, değiştirilemeyeni görmekle başlar ama orada bitmez.
Çünkü kabullenen insan artık savaşmaz,körü körüne direnmez, değişmeye, dönüşmeye ve dönüştürmeye başlar.
İnkâr insanı katılaştırır, kabul ise yumuşatır.
Eyüp Sultan, bu yumuşamanın mekânıdır.
Bir mezar taşının önünde durduğunda, aslında bir bitişe değil,kendi içindeki direnişin çözülüşüne şahit olursun.
O taş, sana “her şey bitti” demez, “Artık sessizliğin, dinginliğin, sakinliğin gücünü fark et!” der.
Ve sonra yavaş ve dingin bir şekilde yukarı çıkarsın.
Pierre Loti Tepesi’ne!
Orada manzara değişir ama derinlik aynıdır.
Hayata yukarıdan bakmak… ama üstünlükle değil, merhametle.
Kuşbakışı değil, kalp bakışıyla.
Pierre Loti, şehrin gürültüsünü yukarıdan seyrederken insan kendi iç gürültüsünü duymayı öğrenir.
Şehre değil, kendine dışarıdan bakmayı.
Kabullenmenin şifası işte bu iki duruşta gizlidir.
Eyüp Sultan’ın alçakgönüllü sessizliğinde, Pierre Loti’nin geniş farkındalığında...
Birinde toprak gibi derinleşirsin, diğerinde gökyüzü gibi genişlersin.
Bir hastalık, bir kayıp, bir ayrılık, bir geç kalmışlık…
Hepsi o tek kelimeyle yumuşar:
“Tamam, kabul!”
“Senden gelen baş üstüne!”
Ama bu kabul yenilmek ve yıkılmak değildir.
Değişmek ve dönüşmektir.
Çünkü direnmek bedeni yorar, kabullenip yeni yollara, yeni menzile yürümek ruhu onarır.
Eyüp Sultan bu onarılışın şehridir, Pierre Loti bu farkındalığın ufku.
Haydi bakalım sevgili okuyucu!
Şimdi gözlerini kapat…
Kendini Eyüp Sultan’da bir kabir taşının yanında hayal et.
Elinle soğuk mermeri okşa!
O taşın sesini duy!
“Hocam taş konuşur mu?”
Dinlemesini, duymasını bilene taş da konuşur, toprak da!
Ne diyor bak!
“Her şeyin bir vakti var.”
Nefes alırken geçmişin ağırlığını, nefes verirken kabullenmenin hafifliğini hissediyorsun.
Sonra adımlarını Pierre Loti’ye doğru taşı.
Yukarı çıkarken bir ferahlık beliriyor içinde.
Şehri yukarıdan görüyorsun!
Artık gürültü yok, karmaşa yok, debdebe yok!
Sadece farkındalık var!
Derin bir nefes al ve , “Olanı olduğu gibi görebiliyorum.” de.
Ve bir nefes ver, “Ve artık savaşmıyorum, direnmiyorum ama yaşamaktan da vazgeçmiyorum.”
Ve o anda içinden bir ses fısıldar.
“Kabullenmek pes etmek değil, teslim olmaktır.
Teslim olmak kaybetmek değil, şifaya izin vermektir.
Unutma sükûnet, bazen en güçlü eylemdir.”
Eyüp Sultan seni iç huzuruna davet eder, Pierre Loti seni yukarıdan affetmeye.
Biri “bırak gitsin” der, diğeri “ bırak gitsin ama sen yoluna devam et.”
Ve ikisi birlikte insana;
“Hayatın en büyük cesareti, olanı olduğu gibi sevebilmektir.
Çünkü hakikî kabullenme, sükûnetle yürüyebilmektir.” der usulca.
Vesselam!..