ÖZGÜRLÜĞÜ HİSSETMEK

Şimdi gözünün önüne İstanbul’un iki yakasını birleştiren o dev köprüyü getirmeni istiyorum.

İstanbul, rüya şehir…

Kuleleri, köprüleri, camileri, meydanları, çarşıları…

Her biri ayrı güzel, her biri ayrı bir tarih…

Ve insanları…

Çeşit çeşit…

Irkları, cinsiyetleri, tenleri, duyguları ve hisleri…

Haydi bugün seninle İstanbul’un köprüleri üzerinden insanları konuşalım mı?

Şimdi gözünün önüne İstanbul’un iki yakasını birleştiren o dev köprüyü getirmeni istiyorum.

Boğaziçi Köprüsü’nü…

Sadece çelik ve beton değil, iki âlemi, iki kıtayı kavuşturan bir damar.

Bir taraf Asya, bir taraf Avrupa.

Biri geçmişin sessizliği, diğeri geleceğin kalabalığı.

İnsanın çevresiyle kurduğu bağ gibi.
Bağ kurmak doğuştan gelir.

Bebek doğduğunda annesinin göğsüyle, teniyle, kokusuyla temas kurar.

Ağladığında, güldüğünde annesiyle göz göze gelir; işte ilk kurulan köprü, ilk kurulan bağ budur. (Anne karnını ve orada geçen zamanda yaşananları ayrı bir bağlamda değerlendirin lütfen.)

Hayatta kalmak için bağ, gelişmek için bağ, sevilmek için bağ…

Ama her bağ aynı zamanda bir risk taşır: köprüden geçerken köprü sallanır, rüzgâr eser, bazen köprünün tıkandığı olur.

İşte insan ilişkilerindeki gerilimlerin tamamı bu metaforda gizlidir.
Ve çok önemli bir tespit, “Çocuklukta kurulan bağ, yetişkinlikte aşkın ve dostluğun dilini belirler.”
Güvenli bağlanan, köprüden rahat geçer. “Geçerim, yıkılmaz” der.
Kaygılı bağlanan, köprüye çıkar ama her adımda korkar: “Ya düşersem, ya terk edilirsem?”
Kaçınmacı bağlanan ise köprüye hiç adım dahi atmaz, kıyıda durur.

“Benim köprüyle işim yok, yalnızlık daha güvenli.”
Boğaziçi Köprüsü işte bize bunu hatırlatır.

Bağ kurmak cesaret işidir.

Hem iki yakanı birleştirmek hem de kalpten kalbe bir yol açmak…

Bir tarafta aklın, diğer tarafta kalbin; bir tarafta geçmişin yaraları, diğer tarafta geleceğin ihtimalleri…
Ama sadece Boğaziçi yoktur ki İstanbul’da.

Bir de Galata Köprüsü vardır.

Balıkçıların oltalarıyla süslenmiş, alt katında çayın buharı ve kahkahanın birbirine karıştığı, gündelik bağların köprüsü.

Boğaziçi görkemli bir karar anını, büyük aşkı, büyük dostluğu temsil ederken;

Galata küçük temasların, sıradan ama vazgeçilmez bağların köprüsüdür.

Bir dostla balık ekmek yemek, sevgiliyle yan yana yürümek, hatta kalabalığın içinde tek başına var olabilmek…

Yani bağ kurmanın sıradan ama gerçek yüzü.
Bilirsiniz insan,kuracağı bağları yalnızca büyük seçimlerde değil, küçük dokunuşlarda da inşaa eder.

Bazen köprüden geçen dev bir kamyon gibiyizdir, geçerken köprü sallanır; bazen oltasına güvenen küçük ve sakin, iddiası olmayan bir balıkçı, varlığımız sessizdir.
Şimdi gözlerini kapat ve hayal et,
Bir köprünün başındasın.

Belki Boğaziçi’nin yüksek çelik tellerinde, belki Galata’nın tahta döşemelerinde…

Nefes alırken adım atıyorsun, nefes verirken biraz daha ilerliyorsun.

Köprü seni bir yakadan diğerine taşıyor.

Her adımda “ben bağ kurabilirim” diyorsun.

Köprünün ortasına geldiğinde durup denize bak, dalgalar kalbin ritmi gibi…

Kimi zaman düzenli, kimi zaman karışık…

Üzerinde yürüdüğün köprü ise senin bağlarının sembolü.

“Bağ, sadece insana değil Allah’a da kurulur.”

Bu da çok önemlidir.

Adına ne derseniz deyin size iyi gelen “şey!”dir.

İşte manevi alemde, insanın gönlünden göğe uzanan köprüye de “sırat” denir.

Her dua, her secde, içimizdeki Boğaz’a atılan yeni bir köprüdür.

Burada dikkatinizi bir şeye çekmek istiyorum.

İstanbul’da köprüden geçenler bilir, trafik çoğu zaman tıkalıdır.

İnsan ilişkileri de öyle değil midir?

Bir taraf konuşur, diğer taraf anlamaz.

Bir taraf adım atar, diğeri direksiyon kırar.

Çoğu zaman köprü vardır ama geçiş yoktur. Geçiş tıkalıdır.

Asıl mesele, bu yoğunlukta sabırla bekleyip “karşıya varacağım” diyebilmektir.
Ve işte soru burada geliyor!
Sen hangi köprüdesin? Boğaziçi’nin cesaretinde mi, Galata’nın gündeliğinde mi?

Ve kimsin?

Köprüye adım atan mı, köprünün başında tereddüt eden mi, yoksa köprünün hiç var olmadığına inanan mı?
Çünkü kıymetli okuyucu, insan, bağ kurmadan yaşayamaz.

Köprüden geçmekten korkan, diğer yakadaki güzellikleri hiç göremez.

Boğaziçi’ni geçenler bilir, köprünün ortasında bir an durup denize bakmak, iki âlemin birleştiği yerde derin bir nefes alıp özgürlüğü hissetmektir.

Vesselam!..