Bu halkın öfkesini küçümseyenler, dünkü İzmir manzarasına iyi baksın. O meydanda sadece bir adayın değil, iktidarın karşısına dikilmiş bir milletin gölgesi vardı. Evet, 2 milyon insan... Ne belediye otobüsü ne de bakanlık bütçesiyle toplanmış bir kalabalık değil bu. Bu, geçinemeyenlerin, geleceğini yitirmiş gençlerin, umudu öğütülmüş emeklilerin, eğitimin enkazında kalan ailelerin tepkisidir. Bu halk artık sadece izlemiyor; hesap soruyor.
İmamoğlu’nun yürüttüğü süreç bir liderlikten öte, halkın içinden doğan siyasi bir başkaldırıdır. Mitingde dile getirilen her cümle, AKP iktidarının yirmi yılı aşkın süredir bastırmaya çalıştığı toplumsal basıncın dışa vurumuydu. Ne yapsalar fayda etmiyor. İmamoğlu’nu yargı sopasıyla susturmaya çalışıyorlar, siyasi yasak tehditleriyle yıldırmaya çalışıyorlar ama halk, “biz buradayız” diyor. Dün İzmir’de duyulan, yalnızca siyasi bir destek değildi. O ses, artık bu düzenin devam etmesini istemeyen milyonların haykırışıydı.
İktidar ne yaparsa yapsın, bu halkın artık tepki vermemesi imkânsız. Çünkü mesele sadece siyaset değil. Mesele, yaşamak. Pazarda domatesin kilosuna bakan annenin öfkesiyle, sabahın köründe işe giden genç işçinin kaygısı birleşti. Geçim derdi her hanede, her yürekte yanıyor. Alım gücü değil düştü, yerle bir oldu. Bu bir yoksulluk değil, bu bir çöküştür.
Eğitim desen… Zavallı bir halde. Bilgi değil biat öğreten bir sistem kurdular. Eleştiren değil ezberleyen nesiller istediler. Oysa dünya başka bir yöne evriliyor. Bu ülkenin çocuklarıyla o dünyanın rekabetine girmesi artık bir mucizeye kalmış durumda. Üniversite mezunu gençler asgari ücrete razı olmuşsa, orada sistem bitmiş demektir. Eğitimsizliğin bedeli sadece bireysel değildir, bir toplumun tüm geleceğini rehin alır.
Ve biz bugün, tünelin ortasındayız. Ne bir ışık var ilerde, ne de bir yol haritası. “Altı ay sonra ne olur?” diye soranlara verecek bir cevabımız yok. Demokrasi geri gelir mi? Hukuk tekrar ayağa kalkar mı? Yoksa tek adam rejimi daha da mı kemikleştirilecek? Bilmiyoruz. Çünkü sistem bilinmezlik üretiyor, çünkü tek aklın yönettiği ülkede öngörü yoktur. Sadece belirsizlik vardır, baskı vardır, korku vardır.
Ama bir gerçeği sis perdesi bile örtemez: Erdoğan gitmek istemiyor. Beş yıl daha değil, son nefesine kadar kalmak istiyor. Saray’da bir koltuk değil, rejimin mutlak sahibi olarak kalmayı hedefliyor. Bunu nasıl yapar? Erken seçim mi planlar? Anayasa’yı mı zorlar? DEM’i mi yedeğine çeker? Bahçeli-Öcalan ittifakı mı kurar? Bunların hiçbirinin garantisi yok. Her yol riskli. Çünkü halk uyanıyor.
Şu çok açık: Erdoğan için artık seçim kazanmak bir hayal. Bunu o da biliyor. Sırf bu yüzden her türlü hukuki, siyasi, hatta anayasal mühendisliği devreye sokabilir. Ama artık halk aynı halk değil. Çünkü her şeyin başı geçim ve bugün bu halk geçinemiyor. Seçimi mühendislik değil, açlık belirleyecek. Yargıyı istedikleri kadar sertleştirsinler, meydanlarda artık yargılanan onlar.
Önümüzde zor bir dönem var. Ama unutmayalım: Sisli havalarda gemiyi limana halkın pusulası götürür. Dün İzmir'de görüldüğü gibi bu pusula artık çalışıyor. Bu ülkenin kaderi, Saray’da yazılmayacak.
Bu defa halk yazacak.
20 Mayıs 2025
Mustafa Temiz