Tech Istanbul’dan bir ilk Tech Istanbul’dan bir ilk

Geçen gün ellerim cebimde, dudağımda Ferdi Baba’nın;
“Çeşmenin başına bir güzel inmiş,
Eğilmiş zülfünü suya değdirmiş
Mevla’m bu güzeli kime yar etmiş
Gelmez olaydım, güzel yüzüne bakmaz olaydım!” şarkısı aylak aylak çarşıda geziyordum.
Gözlerim aynen resmimde (şu meşhur ve güzeller güzeli fotoğrafımda) olduğu gibi kocaman açılmış, dişlerimin otuz ikisi birden görünür bir vaziyette karşıdan karşıya geçmeye çalışırken, aşağı yukarı benim yaşlarımda, ama benden daha yakışıklı, daha uzun boylu ve daha güçlü biri koluma dokundu:
“Abi, Allah Rızası için!..”
Zaten karşıdan karşıya geçiş problemim var! 
Yolda yürümesini de tam beceremiyorum! 
Bir de karşıma bir adam çıkmış, “Abi, Allah Rızası için!..” diyor.
“Eeeee, ne yani?” demeyin;
İşin içine Allah rızası girince akan sular durur, düşüncesiyle elimi cebime attım ve… (gerisini söylemeyeceğim.)
Sonra karşıdan karşıya geçmekten vazgeçtim. 
Dedim, “Hem şehirlim (yan şehirlim, tam şehirlim…) gel sana bir çay ısmarlayayım ne dersin?”
Adamın gözleri benim gözlerimden daha da kocaman oldu. Hani diyordu ya şair:
“Büyüdü büyüdü gözleri…” (Hatırlarsınız canım, “Mustafa Kemalin Kağnısı”, diye bir şiir vardı ya!) 
Aynen onun gibi. 
Yok yok daha da büyüğü…
“Ama bir şartım var! Ben bu sırada sana bir hikâye anlatacağım sen de dinleyeceksin, tamam mı?”
“Tamam!” dedi adam. “Ama çay da içerim ha!” 
(İç koçum, iç aslanım! Feda olsun be! Bana yine konuşma fırsatı düştü ya gerisi önemli değil!)
Hemen yakınlardaki bir kafede sessiz sakin bir köşeye karşılıklı oturduk. Çaylarımızı söyledik. Bir yudum aldık almadık ben başladım konuşmaya:
“Bak kardeşim, bir varmış bir yokmuş…” daha cümleme başlamamıştım ki, adam sözümü böldü:
“Abi ya, var mı, yok mu?” 
“Hadi buyur buradan yak!” diyemiyorum, çünkü kapalı yerde sigara içmek yasak. Zaten ben de bir türlü başlayamadım bu merete!
Neyse, parmağımı dudağıma götürdüm, sesime gizem katarak hastanelerdeki şu güzel hemşire resimlerindeki işareti yaptım:
“Hişştttt!”
“Bir daha sözümü bölme tamam mı?”
Konuşmadı garibim. Sadece başıyla, “Tamam abi!” dedi.
Sandı ki, önemli bir şey anlatacağım.
Ben devam ettim. Ama bu sefer bir varmış bir yokmuş faslını geçerek.
Bir zamanlar bir derviş varmış. Bu derviş günlerden bir gün ormanda gezerken elsiz ayaksız bir tilki görmüş. 
Önce bir iki vah tüh etmiş ama, sonra dervişliğinin gereğini yapmış ve kendi kendine:
“Allah Allah! Bu heyvencağız bu halde nasıl besleniyor, ne yiyip ne içiyor, bak şu Allah’ın işine, nasıl hayatta kalıyor?” diye düşünürken az ileriden, hemen şu ilerdeki ağacın arkasından bir aslan pençesinde bir çakalla çıkagelmiş. Çakalı bir güzel yedikten sonra artakalanlarını orada bırakıp gitmiş. Bizim elsiz ayaksız tilki sürüne sürüne gitmiş ve çakaldan artakalanları yiyip bi güzel karnını doyurmuş. 
Herkesin rızkını eksiksiz gönderen Allah, ertesi gün de başka bir vesileyle tilkinin karnını doyurmuş.
Bir üçüncü gün de tilkiye bir vesile ile yiyecek gelince bizim dervişin gözleri kocaman açılmış. Hemen ormandan çıkmış ve bir mescide gidip tevekküle dalmış.
İşini gücünü bırakmış. 
“Aslanlar, tilkiler, çakallar bir şekilde besleniyorlar. Hatta elsiz ayaksız tilki bile besleniyor. En iyisi mi ben bundan sonra böcekler gibi bir kenara çekileyim!” diye düşünmeye başlamış. 
İşi gücü bırakmış ama bir müddet sonra acıkmış bu adam. Lakin etrafta ne aslan var ne de tilki. Kimsenin umurunda değil garibim. Ölecek neredeyse açlıktan.  Bir de etrafındakilerin kınaması var. 
“Git çalış aslanım!” diyen mi ararsın, 
“Oh ne ala sen yat biz çalışalım, var mı len baba yağması!” diyen mi? 
Karnından burnundan ve bilumum yerlerinden sesler gelmeye başlamış. Elde avuçta ne varsa bir müddet sonra bitmiş. 
Eeee, ne demiş söz sever atalar, “Hazıra dağ dayanmaz!” 
Bu dervişin de elinde avcunda ne varsa bitmiş. Bir deri bir kemik kalmış. Bir de üstündeki birkaç parça giysi. 
Bir gün mescitte yaslandığı duvardan bir ses işitmiş:
“Hey derviş. Tembel derviş, a be ahmak derviş!” 
(Bu arada ben bütün bunları karşımdaki çayını yudumlayan dilenciye söylüyorum ama nerdeeeee, adam yan masadaki sarışını kesiyooo!) 
“Tilki gibi elsiz ayaksız görme kendini. Git de yırtıcı bir aslan kesil! 
Öyle çalış ki aslan gibi senden de başkalarına bir şey kalsın! Neden tilki gibi artıklarla doyacaksın?”
Adam bön bön bakıyor, ben devam ediyorum anlatmaya!
“Aslan gibi ensesi kalın bir adam tilki gibi düşkünleşirse, köpekler dahi ondan üstün olurlar!”
“Iıııııhhhhh!”
“Tık tık tık!..”
Hiç ses yok!
Adam sadece bakıyooo!
“Sen erkek gibi zahmet çek de sayende rahat edilsin. Başkalarının ekmeğini haksız yere namussuz olan yer!”
“Tık tık tık!..”
“Iııııhhhh!”
Yine ses yok!
Hala bakıyooo!
“Hey hem şehirlim!” diye sesleniyorum bu sefer.
Bir yandan da alnına üç kez vuruyorum.
Tık tık tık!..
Sonra devam ediyorum,
“Kardeşim ne bakıyorsun? Anlattığım senin hikayen!”
“Hııııı!”
“Yaaaaa!”
Vesselam!


15 Mayıs 2024
Dr.Mahmut Açıl

Editör: TE Bilisim