UTANCIN GÖLGESİ, KİBRİN IŞIĞI
İnsanın iç dünyasında iki ses vardır.
Biri başını öne eğer, diğeri başını dik tutar.
Biri der ki“Ben kimim ki, etim ne budum ne?”
Öteki fısıldar, “Benden iyisi mi var bu dünyada?”
Ve insan, bu iki fısıltı arasında kendini kaybeder.
Utanç...
Kendi gölgesinden utanmaktır bazen.
Yaptığın bir hatadan değil, var oluşundan dolayı ezilmektir.
Pek çoğumuza tanıdık gelecektir bu duygu.
Toplumun, ailenin, geçmişin ya da kendi vicdanının önünde diz çökmek, eğilmek…
Çok eskilerden kalma, ta çocukluğumuzdan beri gelen bir bakış, bir söz, bir
küçümseme…
Hepsi insanın içinde bir “ben kusurluyum” yankısına dönüşür.
Biliyor musunuz utanç, kendini küçültme sanatıdır.
Ve bu işi öyle ustaca yapar ki sonunda kendi varlığını bile silersin.
Kibir ise aynı duygunun zıt yüzü.
Mızrağın diğer ucu gibi.
Yüz seksen derece zıt duygular, utanç ve kibir…
Kibir, utancın çıplaklığını örtmek için giyilen ortaçağdan kalma paslı demirden yapılmış bir zırh.
Aslında “Ben hata yapmam!” demek, “Hata yaparsam yıkılırım” korkusunu gizler.
Ve kibir, kişinin kendini koruma refleksidir.
Fakat kibir bu koruma işini yaptıkça koruduğu kişiyi yalnızlaştırır.
Hiç kimsenin dokunamayacağı bir yükseklik kurar etrafına.
Kalın taş duvarlar ve aşılması çok zor surlar.
Konstantinapol’ün surları gibi…
Ve işin kötüsü o yükseklikte nefes almak giderek zorlaşır.
Kişinin boğazında sayaç takılıdır artık. Büyüdükçe, kalınlaştıkça boğazı sıkılır…
Utanç, bağlantıyı keser; kibir, bağı koparır.
Biri “beni görme” der, öteki “boş ver sağa sola bakmayı, sadece beni gör.” diye haykırır âdeta.
Oysa insanın ihtiyacı görülmek değildir, insanın ihtiyacı anlaşılmaktır.
Utanç, insana sevgiyi hak etmediğine inandırır.
Kibir ise sevgiyi kontrol etmeye zorlar.
İkisi de sevgiden korkar aslında, çünkü gerçek sevgi maskeleri eritir.
Terapi odasında utançla çalışmak, bir aynayı yavaşça kaldırmaktır.
Kendine bakabilmek cesaret ister, bakarken yargılamamaksa çok ulu bir bilgelik.
Kibirle çalışmak ise aynayı kırmadan geri çekilmeyi öğrenmektir. Zira, her kırılan parça insanı biraz daha keser.
Belki de ruhun büyümesi, bu iki duygunun birden beraberce elinden tutmaktır:
Biri seni yere indirir, diğeri ayağa kaldırır.
Ama dengeye geldiğinde insan, ne eğilir ne de yükselir, sadece kendi yerinde durur.
“Utançtan geçmeden tevazua, kibri aşmadan olgunluğa varılmaz.”derler.
İnsan, ne zaman “ne eksik ne fazla, sadece insanım” diyebilirse, işte o zaman gerçekten
büyür.
Vesselam!..