Kendimi Arıyorum, Meşgul Çalıyor / Dr. Mahmut Açıl

Geçenlerde bir matematik işlemi yapayım dedim, olmadı.

28 Nisan 2024 Pazar 13:15
Kendimi Arıyorum, Meşgul Çalıyor / Dr. Mahmut Açıl

Geçenlerde bir matematik işlemi yapayım dedim, olmadı.
Topladım, çarptım, böldüm yine olmadı. 
Kendimi kendimden çıkardım; sıfır kaldı.
Vazgeçmedim!
Kendimi aradım gecenin koyu karanlığında!
Hep meşgul çaldı!
“Neden olmuyor?” diye sordum hanıma!
“Sen hangi çağda yaşadığını düşünüyorsun?” dedi. 
“Modern Çağ!” dedim!
“Modern Çağ!
Teknoloji Çağı!
Bilim Çağı!
İletişim Çağı!
Uzay Çağı!
Bla bla bla!..
Evet, aslında hepsi doğru.
Ama ben gördüğümü söyleyeyim mi?” dedi.
“Sen de ben de tüm insanlık da şimdi, şu anda “Endişe ve Kargaşa Çağını” yaşıyoruz.
Modern Çağ; nam-ı diğer Endişe/Kargaşa Çağı!
Bu çağda kendini arayabilmen çok büyük başarı.
Bulamasan, hep meşgul çalsa bile kendini araman, arama ihtiyacı hissetmen çok önemli!” dedi. 
Sevindim.

Peki nedir bu endişe, kargaşa? Neyin endişesi, neyin kargaşası bu?
Sübjektif, öznel, kişiye özgü bir düşünce bu!
Kanaat-i acizane diyebilirim ki insanın sorumsuzlaşmasıdır asıl endişe/kargaşa.
Sorumsuzluğun, şuursuzluğun modern adıdır endişe/kargaşa!
Sadi-i Şirazi’yi bilirsiniz değil mi?
O dahi benzer bir cümle kullanmış:
“Yek katre-i hûnest ve sâd hezâran endişe!”
(İnsan üç beş damla kan ve sayısız endişeden ibarettir!)
Ve bu insanın garip bir endişeli sorumluluğu var.
İnsan bildiği, öğrendiği, şahit olduğu sorunların devam etmesinden rahatsızlık duyar.
Bu durumdan bir sorumluluk üzerine alır ve bu onu endişelendirir.
Fakat sorumlu olduğunu zannettiği konularda müdahil olamaz ve bu da onu hem endişelendirir hem de çıldırtır.
Müdahil olamadığı konularda bir şey yapamaması ve bu konuların devam ediyor olması kişinin inançlarını çerçeveler.
Bir yerde fena bir olumsuzluk, bir acı, bir ıstırap var.
Ve bunu biliyor olmam beni derin bir şekilde, endişeli bir şekilde sorumlu hale getiriyor ve bu sorumlu halde duyduğum endişe, inançlarımın çerçevesi halini alıyor. Olay bu!
Niye endişeleniyoruz?
Nasıl endişeleniyoruz?
Neden endişeleniyoruz?
Aslına bakarsanız, boşa endişeleniyoruz!
Allah Kur’an’da demiyor mu:
“Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!”
Elbette diyor! Hem de apaçık diyor!
Kullar bu yönlerde sınanacaklar!
Bu sınanmalar hep fiziki hallerin başa gelmesiyle ilgili mi? Hayır tabii ki!
Mesela Afrika’da bir çocuk açlıktan ölüyorsa, “Tanrı nerede?” gibi bir çerçeveyle inançlarımızı sınırlandırdığımız bir sorumluluk halimiz var!
Son zamanlarda sıkça sorulan sorulardan biri:
“Çok acı var buralarda, keşke gelmeseydim dünyaya!”
“Kim bana sordu?”
“Neden bana sorulmadı dünyaya gelmek isteyip istemediğim? 
Bu bir kavrayış problemi ve bu problemin dile yansıyışıdır.
Bu bir endişedir aslında!
Bu zihin kargaşasıdır!
Peki sorulabilir mi böyle bir soru?
“Neden sorulmasın canım?” dediğinizi duyar gibiyim.
Bir soruyu yönelttiğiniz kimsenin size bildiğiyle cevap vermesi gerekir.
Unutmayın cevap bilgiden oluşur.
Eğer biliyor olsaydık sorulabilirdi!
Hatırlarsanız Hz. Adem’in yaratılışında bir sahne var!
Adem’e isimler öğretiliyor.
Adem’in varoluşundaki temel neden isimlerin öğretilmesi.
Öğrenen Âdem var oluyor!
Adem’in bilmesi, Adem’in varlığından sonra oluyor. 
Hatırlayın sahneyi!
Önce Âdem yaratılıyor, sonra Adem’e isimler öğretiliyor.
Eee, var olmayan bir şey nasıl bilecek?
Yani tövbe tövbe!
Allah size “Sizi yaratayım mı, yaratmayayım mı?” diye soracak öyle mi?
Haydi diyelim sordu?
Kime soracak? Tabi ki var olana soracak!
Eee, sen yoksun ki kardeşim!
Sen var olacaksın, yaratılacaksın ki sana sorulsun.
Yaratılmış olan birine de “Seni yaratayım mı?” diye sorulur mu?
Haydi diyelim sordu?
Olmaz ya, oldu diyelim!
Aramızdan bazıları dedi ki: “Hayır, beni yaratma!”
Eee, bu hayır diyenler nerede nasıl devam edecekler?
Burada bir devamlılık yok ki!
En büyük hatamız ne biliyor musunuz?
Antropoformik durumları yaşamak!
Tanrıya insan vasıfları vermek!
Kendinden yola çıkarak, varlıktan yola çıkarak Tanrıyı tanımak.
Kişi istiyor ki insansı bir Tanrı olsun. Böyle bir beklentisi var.
Hatta mümkünse kendi gibi hisleri olan bir Tanrı olsun.
Mesela aynı şekilde hissetsin, üzüldüğüne o da üzülsün, sevindiğine o da sevinsin istiyor.
Bir şeye hüzünleniyoruz, “Allah niye yağmur yağdırmıyor?” diyoruz.
Bir yere çığ düşüyor. “Aha! Allah size lanet etti!” diyoruz.
Bir tarafın başına bir iş geliyor, Allah’ın laneti diyoruz.
Yani Allah’ı kendimiz gibi hisleri olan insansı bir Tanrı kabul ediyoruz.
Kendimiz gibi bilen bir Tanrı hayal ediyoruz.
Sınırlı beyinle sınırsızı kavramaya çalışıyoruz.
Sınırlıyız kardeşim!
Kader, sadece bizim kafamızın alabildiği kadar değildir.
Tanrı öyle bir şey hiç değildir.
Allah bizim cebimize, cüzdanımıza, bedenimize hatta zihnimize sığmaz.
Tanrısal rol çalmayalım.
Yunan mitolojilerine çok fazla yer vermeyelim zihnimizde.
İnsanımsı Tanrılar yaratmayalım kafamızda!
Zira, birilerinin Tanrısı nasıldır bilmem ama bizim Allah’ımız:
“De ki: O Allah’tır, tektir. Allah Samet’tir. Doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi yoktur!”
Alo!
Alo!
Bak yine meşgule düştü!
Nedendir bilmem, bu günlerde ne zaman kendimi arasam hep meşgule düşüyor!
İbrahim Tenekecinin dediği gibi:
“…ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler ulu orta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında?”
Vesselam!..
28 Nisan 2024
Dr.Mahmut Açıl

Yorumlar
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner176