“Memento mori!” “Ölümlü olduğunu hatırla!..”

“Memento mori!”

“Ölümlü olduğunu hatırla!..”

Eski Roma’nın Filozof İmparatorlarından Marcus Aurelious’un bu sözü ara ara kendisine hatırlatması için yanında hep birini bulundurduğu söylenir.

Hakeza, benzer bir şeyi İslam Halifelerinden Hz. Ömer’de de görürüz.

Hz. Ömer’in adaletle hükmetmek, haktan ayrılmamak ve ölümü hatırlamak için bir adam bulup ona:

“Her sabah bana, ‘Ölüm var ey Ömer, ölüm var!’ diyeceksin, ben de sana ücret olarak bir altın vereceğim.” dediğini biliyoruz.

Filozof Seneca, bu kadar felaketin yaşandığı bir dünyada, insanları zorlayıcı bir olayın bizim başımıza da gelebileceğinin farkında olmamayı “cehalet” olarak nitelendirir.

Geçicilik ve zorluk hayatın her yerinde olduğu gibi hem kendi bedenimiz hem de sevdiklerimiz söz konusu olduğunda da kaçınılmazdır.

Normal, sıradan, sadece görünür, maddesel varlığa inanan bir adamla, Allah’a ve ahirete inanan bir insanın zamana, dünyaya, insana, bedene ve ihtiyarlığa bakışı birbirinden çok farklıdır.

Mümin, her an yaşlandığını ve bir gün kaçınılmaz olana gideceğini bilen insandır.

Ama bir yandan da çalışan, gayret eden insandır.

Zira bağ bahçe işleriyle meşgul olan bir mümin yaşlandıkça; “Evet, daha çok ibadetle beraber helal işlere çalışacağım. Ta kabrime daha fazla ışık göndereceğim, kabrimi daha fazla aydınlatacağım. Ahiretime de daha fazla azık tedarik edeceğim.” düşüncesiyle o yaşta dahi bağına bahçesine özen göstererek çalışıp çabalamaktan geri durmayacağına dikkat çeker.

Ne mutlu o ihtiyar mümine ki defter-i hasenatının (iyilik defterinin) açık kalması için ömrünün son zamanlarında daha bir azim ve kararlılıkla, daha bir ciddiyet ve özenle dertleri, sıkıntıları göğüsler ve son nefesine kadar çevresine faydalı olmaya çalışır.

Zira, “Kıyametin koptuğunu görseniz elinizdeki fidanı dikin!” buyruğunu veren Sultanlar Sultanı, Son Peygamber Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa’dır. (s.a.v)

Bir başka açıdan da yaşlı insanlar ölümü gençlerden daha fazla düşünür ve öteler (ahiret) için daha dikkatli, daha ölçülü bir hayat yaşarlar.

Elbette ki gençler, yaşlı bir adamın hissettiği ölçüde ölümü duyup hissedemezler.

Altmış yetmiş yaşlarına gelmiş bir mümin yaşadığı her günün son günü olabileceği düşüncesiyle o günü çok iyi değerlendirmeye çalışır.

Kıldığı namazların tek bir tesbihatını dahi aksatmama gayreti içinde olur.

İman ve ihsan şuuru içinde sürekli;

“Allah’ım, hayatımda pek çok hata ve kusurda bulundum. Ancak Zekeriya Peygamberin dediği gibi:

‘Rabbim! Doğrusu ben öyle perişan bir haldeyim ki kemiklerim zayıfladı, eridi; başımdaki saçlar ihtiyarlıktan dolayı beyaz alevler gibi tutuştu. Rabbim! Ben sana hangi konuda dua ettiysem hiçbir zaman bedbaht ve mahrum olmadım.” der, iniler, iniler iniler!..

Kirpiklerinin ucunda ölümü hisseder,

Kaşlarındaki beyazlıklarda ölümün şafağını görür.

Ömrünün sonuna doğru hızla yol alırken tek derdi, yaptığı hata ve kusurların tamamından sıyrılıp yürekten, içten, candan bir şekilde Rabbine teveccüh etmek, O’na (c.c) yönelmektir.

“Hocam hayırdır!” dediğinizi duyar gibiyim.

“Nere gitti bu muzip hoca?”

Hiçbir yere gitmedi. O hala burada.

Sadece bir iç muhasebe yapayım dedim.

Küçük bir tefekkür edeyim, dedim.

Bu günlerde benim de aynaya bakınca bolca gördüğüm ve ölümün habercisi diyebileceğimiz ve şakaklardan başlayıp çeneye doğru yayılan, daha sonra bıyıkları sarıp en nihayetinde kaşlara sıçrayan o beyazlıklar, ahirete inanmayan insanlara bir şey ifade etmeseler de bunların inanan insanlara ifade ettiği ne kadar da çok derin ve engin manaları vardır bilir misiniz?

İnanan bir gönül; “Ölüm haktır!” der.

İnanan bir gönül; “Her nefis her lahza ölümü tatmaktadır!” der.

İnanan bir gönül, üzerinde nefes aldığı, yediği içtiği, uyuduğu şu misafirhanede (dünyada) geçici olduğunu bilir.

İnanan bir gönül, yeryüzündeki, gökyüzündeki, içindeki, dışındaki, kalbindeki, beynindeki, evrenin her zerresindeki hakikat fermanları karşısında devekuşu gibi başını kuma sokup kendini aldatmak yerine, öteler için hazırlık yapar ve çelik gibi bir iradeyle kulluk ve hizmet ortaya koymaya çalışır.

İnanan bir gönül, yaşamışlığı, yaş almışlığı, yaşlılığı bir kayıp ve zarar diye görmek yerine, bu kadar yıl yaşamış olmanın kazançlarını görür ve “Biz bu ihtiyarlığımızı yüz gençliğe değişmemeliyiz!” ifadesini düstur edinir.

Ama inanmayan, inkâr eden, apaçık ölüm gerçeği karşısında körler gibi davranan, o hakikatlerin dilinden hiçbir şey anlamayan insanlarsa, adım adım ölüm kendilerine geldikçe ayaklarının bağı kesilir ve adeta bir giyotine götürülüyormuş veya idam sehpasına sürükleniyormuş gibi duyar, hissederler.

Her gece karınlarına sancı girer, her sabah baş dönmeleri, mide bulantılarıyla yaşarlar.

Yaşları kemalin kemalini geçmiş bile olsa, elden ayaktan düşme çağına da girmiş olsalar;

Ölümü gûya duyup hissetmemek için kendilerini sarhoşluğa salar, eğlence ve safahata dalar ve böylece bohemce bir hayat yaşamak suretiyle içlerindeki ölüm endişesini bastırmaya çalışırlar.

Yaşlılığı, başlarına gelmiş çatmış bir bela gibi görürler;

Kadere taş atarlar.

Ama o taş döner dolaşır başlarını yarar.

İnsandırlar,

Aldanırlar,

Aldatamazlar,

Aldattıklarını sanırlar ama;

Sadece ve sadece aldanırlar!..

Vesselam!..

05 Mayıs 2024

Dr. Mahmut Açıl