Kur’an’da Hz. Yusuf ve Hz. Musa’nın kıssaları, insana dair iki ayrı yolculuğu gösterir. İlk bakışta farklı, hatta zıt gibi görünen bu yolculuklar aslında aynı hakikatin iki aynasıdır.
KUYU, SARAY VE ÇÖL: HAYATIN ÜÇ SINAVI
De ki, “Ey mülk ve hakimiyet sahibi Allah’ım!” Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden onu çeker alırsın! Dilediğini aziz, dilediğini zelil kılarsın! Her türlü hayır yalnız senin elindedir! Sen elbette her şeye kadirsin! (Al-i İmran, 26)
Kur’an’da Hz. Yusuf ve Hz. Musa’nın kıssaları, insana dair iki ayrı yolculuğu gösterir. İlk bakışta farklı, hatta zıt gibi görünen bu yolculuklar aslında aynı hakikatin iki aynasıdır.
Birbirini tamamlayan, birbirinden ayrılmayan iki hakikat.
Ruh ile beden gibi…
Hayatta biri varsa diğeri de vardır.
Biri olsun ama diğeri olmasın değil…
Hz. Yusuf’un hayatı aşağıdan yukarıya çıkar.
Çocukken kardeşlerinin kıskançlığıyla kuyuya atılır.
Kuyu karanlığın, yalnızlığın ve dışlanmışlığın sembolüdür.
Bakın içinize, pek çoğunuzun kuyusu vardır.
Sadece farkında değilsinizdir.
Biter mi eziyet?
Bitmez elbet!
Ardından kölelik ve zindan gelir.
Modern dünyada hangimiz köle değiliz ki!
Kimimiz kadının, kimimiz, paranın, kimimiz makamın, şan şöhretin, kimimiz bedenin kölesiyiz…
Yusuf’un farkı savaşından ve teslimiyetinden gelir.
Nefse karşı savaş, Rabbe teslimiyet…
Yusuf’un hayatındaki imtihan, gizli entrikalarla, nefsin tuzaklarıyla örülüdür.
Züleyha’nın arzusu karşısında Yusuf, kendi içindeki ateşle savaşır.
“Ey Rabbim!” der. “Zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir!” (Yusuf,33)
Psikolojik açıdan baktığımızda Yusuf kıssası, insanın içsel imtihanlarını; nefis, şehvet, terk edilmişlik, yalnızlık ve değersizlik duygusunu aşma mücadelesini anlatır.
Sonunda sabrede sabrede en dibe inen Yusuf, Allah’ın yardımıyla zirveye çıkar! Zindandan saraya, zilletin içinden izzete…
Bu bize ne öğretir biliyor musunuz?
İç dünyanda ne kadar karanlığa düşersen düş, eğer sabır ve teslimiyetle direnirsen, Allah sana mutlaka ve mutlaka bir çıkış kapısı açar.
İki tekerlekli siyah Porsche’u olan arkadaşım bunu sana da söylüyorum.
“Ey iman edenler! Sabır ve salatla (namazla) yardım dileyin. Kuşkusuz, Allah sabredenlerle beraberdir!” (Bakara, 153)
Bakın, Kur’an’da ismi çokça zikredilen Peygamberlerden Hz. Musa’nın hayatı ise yukarıdan aşağıya iner. Sarayda, Firavun’un korumasında büyür.
Güç, ihtişam ve iktidarın tam ortasında yetişir.
Ama Musa’nın imtihanı farklıdır, dışarıdandır, açıktandır.
Firavun gibi bir tiranın karşısında korkusunu yenmesi, dimdik durması ve cesaretle meydan okuması gerekir. Haydi, buna da psikolojik açıdanşöyleee bir bakalım mı?
Kur’an’daki Musa kıssası, insanın dışsal imtihanlarını; otoriteye karşı durmayı, zulme boyun eğmemeyi, özgürlük için mücadele etmeyi temsil eder.
Tanıdık geldi mi?
Bazılarımıza gelmedi değil mi?
Çünkü insan tatmadığı, deneyimlemediği şeyi bilemez!
Neyse burası biraz sitem ve eleştiri!
…
Tasavvufi bir bakışla söylersek, Musa, sarayın cazibesini bırakıp çölde Allah’a yönelir.
Çöl, insanın dünyadan soyunduğu ve Allah’a çıplak, temiz, saf ve yalın bir kalple yürüdüğü mekândır.
Çölün sonunda, Musa’nın önünde deniz yarılır!
Ama çölü aşınca yarılır.
Çölün ortasında mücadeleden vazgeçince değil.
Ne demek istiyorsun Hocam?
Demem o ki: İnsan cesur olduğunda, kararlı olduğunda, cesaretle yürüdüğünde, sabrettiğinde, azmettiğinde ve vazgeçmediğinde, önündeki en büyük engeller bile Allah’ın izniyle ortadan kalkar.
…
Yusuf’un kıssası bize “nefsin kuyusundan” çıkmayı öğretir, Musa’nın kıssası ise “zalim sarayın zincirini” kırmayı.
Yusuf, içsel sabrın ve iffetin peygamberidir; Musa, dışsal mücadelenin ve adaletin. Yusuf’ta bireysel terbiye, Musa’da toplumsal direniş vardır.
İkisinin birleştiği nokta ise; “İnsan hem içindeki karanlıkla savaşmalı, hem dışındaki zulme karşı direnmelidir.”
Hem Yusuf’u hem Musa’yı tanımalı,
Hem Yusuf hem Musa olmalı.
Maneviyat büyükleri bu hakikati şöyle ifade eder:
“Kalbin kuyusunu sabırla aş, nefsin sarayını terk et, ruhunun çölünde Allah’a doğru yürü.
Çünkü insan kimi zaman kendi içine düşer, kimi zaman dünyanın ihtişamına aldanır, kimi zaman da sürgün gibi ıssızlığa itilir.
Ama yol nereye savurursa savursun, hedef değişmez:
Hedef: “Allah’a yaklaşmak!”
Kur’an, Yusuf ve Musa’yı yan yana anlatarak bize şunu söyler:
İster kuyuda ol, ister sarayda, ister çölde;
“Yolun sonu hep Allah’a çıkar!”
Evet, pek sevgili ve değerli okuyucu!
Güzel insan, söyle bakalım;
“Sen bugün hayatının neresindesin?”
“Kuyuda mı, sarayda mı, çölde mi?”