Gecen gündüzüne karışır, her şeyden fedakarlık yaparsın da bir tek onurdan, şereften, vefadan ve fedakarlıktan taviz vermezsin.
Bazı hayatlar, tek bir satırla özetlenemez.
Bazen bir evlilik cüzdanına, bazen bir dosya numarasına, bazen bir ihraç kararına, bazen de bir mahkeme tutanağına sığdırılır sanılır.
Ama insan, kâğıda sığmaz,kaleme sığmaz…
Bazen evine sığmaz, mahallesine sığmaz, şehre sığmaz, ülkeye sığmaz…
Kabre hiç sığmaz…
Hele ki bir baba, bir eş, bir evlat ve bir kardeş…
Yıllarca ve onurla taşırsın mesleğini, üniformanı, kimliğini…
Gecen gündüzüne karışır, her şeyden fedakarlık yaparsın da bir tek onurdan, şereften, vefadan ve fedakarlıktan taviz vermezsin.
İyi olmak için yaratılmışsındır.
Hamurun iyidir…
Mayan temiz…
Bir gün adın bir listeye yazılır, sessizce bir mühür vurulur hayatına,
Artık yıllarca uğruna hayatını verdiğin her şey alınmıştır bir gecede bir imzayla, sorgusuz sualsizce…
Yetmez…
Etrafı duvarla çevrili kuyular misafir eder seni Yusuf misal…
Kimi beş yıl, kimi altı yıl, kimi daha uzun geceler…
Demir kapılar ardında geçen günler, saymaya üşendiğin geceler, aynı tavana bakarak uyuduğun, aynı tavanı görerek uyandığın güneşsiz sabahlar…
Ve geride, her gün eksilen bir umutla bekleyen bir eş…
Her dakika büyüyen ama babasız büyüyen iki kız çocuğu…
Bir gün kapı açılır….
Tahliye…
Kimi dört duvar arasından, kimi herkesin sığdığı ama bir tek kendinin sığmadığı koca dünyadan.
Özgürlük, adresini kaybeder.
İş yok, gelecek yok, onur paramparça…
Bir karar alırsın: “Burada nefes alamıyorum.”
Boğazına sayaç takmışlardır, aldığın nefes çoğu zaman kısılır ama hiçbir zaman açılmaz.
Ve gurbet!
Alamanya…
Bilmediğin sokaklar, bilmediğin kelimeler, tanımadığın yüzler
Eşin ve kızların gelir. Havalimanında kavuşma anı…
O kucaklaşma, yılların hasretini tek bir nefeste eritir.
O an, “Her şey geride kaldı” diye düşünürsün.
Ama hayat… hayat bazen insanın yarasına tuz basmaktan vazgeçmez.
Henüz yaraların kabuk bağlamamışken doktorun o soğuk odasında, buz gibi kelimeler düşer masaya:
“Hastalık ilerlemiş… Çok vaktiniz kalmamış…”
Hiçbir yere sığmayan insan, bazen iki cümleye sığar.
Bir zamanlar, senden alınan yıllarını kimse geri vermez, veremez…
Şimdi kalan saatleri ya da günleri de kimse durduramaz.
Hayatın en ağır yanıadaletin gecikmesi değil;
Zamanın geri gelmemesidir.
Şimdi siz bu satırları okurken içinizden “İşte acı bir hikaye!” dersiniz.
Ama bilin ki, bu sadece bir adamın hikâyesi değil.
Bu, onurla yaşayıp haksızlığa uğrayan, gurbette umut arayan, ailesiyle yeniden kavuşan ama vedaya hazırlanan herkesin hikâyesi.
Ve O, şimdi en sert ve en soğuk döşekteyani ölüm döşeğinde.
Ama gözlerinde hâlâ iki kızının ilk karşılamadaki bakışı var.
Ve belki de Rabbine en çok şu duayı ediyor:
“Allah’ım, bana benden aldıklarını değil, bana kalanları sevdir.”
Bazı kapılar kapanır, evet…
Ama bazı kapılar var ki, ölüm bile kapatamaz.
Onlar, geride kalan kalplerin kapısıdır.
Hani derler ya; “Men âmenebi’l-kader, emine mine’l-keder!” Kadere iman eden, kederden emin olur.
Benim de “Kabullen,” diyor içimdeki ses. “Hoca, bırak inadı. Nedir sendeki bu inat, nedir bu kibir?
Bırak ve kabullen!”
“Kabullen, seni Yaratandan geleni!”
“Bir özlem öfkesi var içinde, biliyorum ama Mevlânâ’nın dediği gibi, bazen fakirlik ihtiyaçtır, bazen hastalık, bazen de huzursuzluk. Demek ki, sana da ayrılık ve özlem ihtiyaçmış.
Kimin neye ihtiyacı varsa şu alemde o olmaktaymış!
O halde kabullen!”
“Hayat her zaman seninçözebileceğin, çözümleyebileceğim bir sorunlar yumağı değil, bazen de olduğu gibi kabul edip, deneyimlenmesi, yaşanması gereken bir şey, bir gerçekliktir, sana düşen de bu gerçekliği yaşamaktır.’ de ve kabullen!”
“Kimin altın, kimin bakır, kimin elmas, kimin kömür, kimin Musa, kimin Firavun olduğunun anlaşılması için hastalıklara, musibetlere ihtiyaç vardır. Kabullen!”
“Unutma, pervane olanlar nârda (ateşte) belli olur,’ derler. Haydi bakalım, işte ateş işte sen. Hatırla, Nemrut’un ateşi İbrahim’in tevekkülünü artırmıştı. Sen de İbrahim gibi en derinlerden gelen bir imanla, ‘Hasbünallahü ve ni’mel-vekil’ de.”
“İşte fırsat! Sakın ama sakın musibetler, belalar, hastalıklar karşısında telaşa kapılma! Onlar, Allah tarafından vazifelendirildiği için gelir ve vazifesi bittiği anda da çekip gidiverir.”
“Endişelenme, bir ipe düğümü kim bağladıysa en iyi o çözer! Kabullen!”
“Gökten yeryüzüne ne yağmış da yer kaçıp kurtulabilmiş? ‘Sizi topraktan yarattık!’ ayetini unutur da Hak’tan gelene öfkelenirsin. Topraksın, arştan gelenden kaçamazsın. Toprak gibi razı ve mütevazı ol! Kabullen!”
Unutma, ok ancak geri çekilerek daha uzaklara atılır. Hayat seni başına gelen birtakım bela ve musibetlerle geri çekiyorsa, seni daha uzaklara ve güzelliklere fırlatacağı içindir. ‘Kendisini hangi müjdenin beklediğini kimse bilemez’ ayet-i kerimesinin emri gereği, Rabbinden gelen emre uy ve kabullen!”
“Ve asla, neden benim başıma bu hastalık, bu musibet eziyeti geldi, diye düşünme.
Kalbini kirletme, zihnini bulandırma.
Bu soruya verilecek en güzel cevap; Çünkü Rabbin senin daha kuvvetli olmanı emrediyor, cümlesinden başkası değil!”
“Karakoç gibi Neyse ki yarın var Umutların en sevdiği gün...” de ve kabullen!”
“Bir gün her şey bitecek, elem gidecek, lezzet kalacak. Çünkü değişmez kaidedir bu. Acılar hatıralaşınca güzelleşir! Sen sadece ve sadece kabullen!”