Yetişkin görülmediğinde, belki kalbi kırılmaz ama ıssızlaşır, yalnızlaşır.
GÖRÜLMEK İNSANI YAŞATIR
Sevgili okuyucu!
Bu gün seni çocukluğunun en sessiz köşesine, bir çöl gecesine götürmek istiyorum.
Gökyüzü, sabırla serilmiş bir örtü gibi.
Ve orada, sarı kumların ortasında küçük bir çocuk duruyor.
“Küçük Prens” diyorlar ona.
Bir masal kahramanı. Çocukluğunun masal kahramanlarından biri.
Yanında sadece uysal bir tilki ve yüzünde kocaman bir merak var.
Sana bakıyor!
Sanki şöyle diyor:
“İnsan ancak yüreğiyle görebilir. Gözler gerçeği göremez.”
…
Bugün modern insanın en büyük yarası görülmemek.
Çocuk görülmediğinde, içindeki çiçek solar.
Yetişkin görülmediğinde, belki kalbi kırılmaz ama ıssızlaşır, yalnızlaşır.
Biz terapilerimizde buna “duygusal yalnızlık” diyoruz.
Aslında Küçük Prens bunu yıllar önce söylemişti biliyor musunuz?
“İlişkilerin özü, görünür olmaktır.”
Çocuk eğitiminde de çift ilişkilerinde de temel mesele budur.
Sevdiklerimize onları gördüğümüzü hissettirebilmek.
Çocuk için görüldüğünü hissetmek, sınav başarısından çok önce gelir.
Davranıştan önce, sözden, cümleden önce gelir.
Bir çocuk başka bir çocukla kavga ettiğinde, yalan söylediğinde, ders yapamadığında, belki sınavdan düşük not aldığında…
Evet, çoğu zaman yaptığı şey, “Annem-babam beni görsün” çığlığıdır.
Ve sevgili çiftler;
Aynı evde iki yabancıya dönüşmüş nice ilişki vardır.
Bedenleri yakın, kalpleri uzak.
Birbirlerini işitirler ama duymazlar, birbirlerine bakarlar ama görmezler.
Küçük Prens der ki;
“Evcilleştirmek yani bağ kurmak zaman ister.”
İlişkide “görülmek”, bağın en eski dilidir.
Şimdi sana soruyorum sevgili okuyucu!
En son ne zaman biri seni gerçekten gördü?
Ya da en son ne zaman biri tarafından gerçekten görüldüğünü hissettin?
Sözünü değil, kaşını gözünü değil, dudağındaki o küçük titremeyi, gözündeki buğuyu ve içinde sakladığını…
…
Evet, ilişkideki en büyük açlık, değer açlığıdır.
Haydi bakalım eğer çocuğun varsa bugün onula konuşurken yüzüne bakmanı istiyorum.
Çocuğun yoksa ya da evli değilsen bunu sevdiğin, önemsediğin bir arkadaşın için de yapabilirsin.
Konuşurken onun yüzüne ve gözüne bak!
Ve isteğim devam ediyor sevgili okuyucu!
Eşinle konuşurken telefonunu kapatmanı,
Kendinle konuşurkenkendine şefkat göstermeni ve sesini yumuşatmanı istiyorum.
Çünkü kalp, ancak yumuşak sesleri açar ve içeriye alır.
Bir de bu akşam çocuğuna sadece bir soru sor!
“Bugün seni en çok ne mutlu etti?”
Sonuna öğüt ekleme, nasihat etme! Sadece dinle!
Eşine ise tek bir cümle söyle!
“Seni son zamanlarda çok göremedim. Ama fark ettim! Seni duymak istiyorum.”
Küçük ve sessiz bir cümle ama ilişkide dağları yerinden oynatan bir cümle.
Biliyorsunuz manevi bakış insana “göz” verir.
Ama bildiğimiz göz değil bu!
Kalbin tam ortasında bir bakış vardır.
Birileri buna “basiret” der, birileri “sezi”, ya da “önsezi”.
Bastığın yeri değil, bastığın yerin içini görmektir bu.
Küçük Prens’in “Yüreğinle gör!” dediği şey, tam da budur.
Ve insan, sevdiğini kalbiyle gördüğünde onun kusurundan önce hikâyesini fark eder.
Her insan, hikâyesi bilindikçe güzelleşir.
Bir çocuk da bir eş debir arkadaş dabir kalp de…
Şimdi, izin ver biraz derinleşelim.
Eğer uygunsan gözlerini kapat.
Nefesini yavaşça al, yavaşça ver.
Kumların üzerinde yürüyen o küçük çocuğu gör.
Sessiz bir çöl akşamı,
Gökyüzü çivit rengi,
Omzunda davranışlarının yükü değil, içtenliğin hafifliği var.
Küçük Prens sana doğru dönüyor elindeki yıldızı avucuna bırakıyor.
Yumuşak bir sesle, “Gerçek olan gözle değil, kalple görülür.” diye fısıldıyor.
Şimdi kalbinin tam ortasına bir ışık koy.
Bu, “görülme” ihtiyacının ışığı olsun.
Biraz ısınsın, biraz büyüsün.
Ve kendine sessizce, “Ben görünmeyi hak eden bir varlığım.” de.
Şimdi derin bir nefes al.
Haydi bir kez daha, “Ben değerliyim. Benim hikâyem duyulmaya layık.”
Şimdi, o yıldızı yavaşça cebine koy. İçinde taşı.
Bugün birini gör, birinin hikâyesine dokun, bir çocuğun kalbine küçük bir yer aç.
Hazır olduğunda ise yavaşça gözlerini aç!