Bir de kıskançlığın karanlık bir his gibi göründüğü ama aslında kökü sevgide olan yönü vardır.
Kıskançlık!..
İnsan kalbinin en eski misafiridir.
Âdem’in yaratılışında şeytanın,
Hâbil’le Kâbil’in hikayesinde ise Kâbil’in kalbinde görünür ilkin.
Gölge, karanlık ve haset ve kin…
Bir de kıskançlığın karanlık bir his gibi göründüğü ama aslında kökü sevgide olan yönü
vardır.
Pek çoğumuzun dikkatini çekmemiştir kıskançlığın bu yönü.
Kıskançlığı, “Yitirme korkusunun sevgiye karışmış hâli” diye de tanımlayabiliriz.
İşte, İbrahim peygamberin eşi Sâre’nin kıskançlığı da buydu!
Yerini, sevgisini, merkezini kaybetme korkusu.
Fakat o duygu, sadece bir zaaf değildi.
İlahi planın görünmeyen eli, insanın en insani duygusunu kullanarak yeni bir kader
örgüsü başlatmıştı.
Sâre kıskandı, Hacer yola çıktı!
Biri duygunun yükünü yaşadı, diğeri o duygunun doğurduğu sınava yürüdü.
Tarihin derinliklerinde iz bırakan bu iki kadın, insan benliğinin iki kutbudur.
Sâre, duygusal benliktir, hisleriyle sarsılır ve içe döner.
Hacer ise eylemsel benliktir, korkar ve adım atar.
Sâre’nin kıskanması olmasa Hacer’in binlerce yıldır devam eden koşusu başlamazdı.
Hacer’in koşusu olmasa Sâre’nin sabrı anlam bulmazdı.
Yani insan ruhu kıskançlıkla büyürama sabırla tamamlanır.
Kutsal metinlerde Hacer’in çölü, terk edilmişliğin coğrafyası gibi görünür ama aslında o çöl, insanın ‘varoluş boşluğudur’.
Travma terapilerinde “harekete geçmek” nasıl bedensel iyileşmenin ilk adımıysa, işte Hacer’in Safâ ile Merve arasındaki koşusu da tam olarak budur.
Korku ve belirsizlikle paralize olmuş bir bedenin, yeniden yaşama dönme çabası. Zemzem mucizesi, bu yüzden bir ‘sonuç’ değil, ‘süreçtir.’
Su, arayışın içinden doğar.
Sâre’nin kıskanması, insan ruhunda bastırılmış bir gölgenin yüzeye çıkışıdır.
Jung’un dediği gibi, gölge reddedildiğinde karanlık kalır, kabul edildiğinde bilince ışık taşır.
Sâre, gölgesini yaşadı, ilahi sistem o duyguyu dönüştürdü.
Çünkü Allah, insanın sadece sabrından değil, zaafından da tecelli yaratır.
Sâre’nin kıskançlığı burada günah değil, bir doğum sancısı oldu.
Ve sonra iki kadın, iki dünya, iki nefes birleşti.
Biri duyguların iç sükûnetinde olgunlaştı, diğeri eylemin ateşinde dirildi.
Sâre bekleyerek dua etti, Hacer koşarak...
İkisinin duası bir noktada buluştu, “İlahi rahmet!”
Hayat da böyle eğil midir?
Birinin kıskançlığı seni yola çıkarır, birinin suskunluğu seni olgunlaştırır.
Birinin yalnız bırakışı seni suya ulaştırır.
Kıskanılan, kıskanan ve yalnız bırakılan herkes, aslında aynı hikâyenin farklı
kahramanlarıdır.
Çünkü insan, duygularının içinde yanarak pişer, yanarak olgunlaşır.
Kıskançlığın rahminden sabır, sabrın rahminden teslimiyet, teslimiyetin rahminden de rahmet doğar.
Ve o rahmet, zemzem gibi akar.
Duygunun içinden, acının altından, insanın tam kalbinden.
Vesselam!..