Hayata karşı bir çocuk gibi, hem de her şeyi merak eden bir çocuk gibi meraklı ve uyanık ol.
Üretmek, bedeni yorsa da ruhu dinlendirir.
Topluma faydalı şeyler yapmak insanı rahatlatır.
Tamam canım, ben sana bu yaştan sonra yeniden çocuk yap demiyorum.
Üretmek deyince aklına muzır şeyler gelmesin.
Aslında diyorum demesine de etten kemikten çocuk değil, kâğıttan, kalemden, mürekkepten çocuk diyorum.
Kitapların senin çocuklarındır.
Haydi, üşenme yapabilirsin.
Bedenin buna dayanabilirse, gözlerin görür, gücün yeterse, hani derler ya mabadın (neticen) yerse her sene bir çocuk yap.
Kâğıttan, kalemden, mürekkepten müteşekkil güzel güzel, boy boy çocuklar.
Sayfa sayfa kitaplar, makaleler, hikayeler...
Hayat önünden akıp gitmesin şuursuzca.
Asla bir başkasının hikayesinde kendine büyük bir rol biçme.
Kendi hikâyenin yıldızı, kendi ailenin kahramanı ol.
Hayata karşı bir çocuk gibi, hem de her şeyi merak eden bir çocuk gibi meraklı ve uyanık ol. Ama başkalarının mahremiyetine, gizlerine, sırlarına karışma, işlerine de burnunu sokma. Sen hayatı öğrenmede meraklı ol.
Hocasın, tamam!
Bir şeyler bildiğini de sanıyorsun, o da tamam!
Bu arada emekli de oldun (sayılı saatler kaldı). Lakin unutma,
“Öğretmenin emeklisi olmaz, rahmetlisi olur!”
Sen sen ol, asla ömrün boyunca, rahmetli olana kadar öğrenciliği ve öğrenmeyi bırakma.
Hangi konularda iyi olduğunu, hangi konularda zayıf olduğunu artık öğrenmişsindir.
Kocaman adam oldun, elli yaşına geldin.
Ne yapıp yapamayacağını ne yazıp yazamayacağını bilirsin artık. Haydi bakalım, evde biraz dinlendikten sonra yavaş yavaş yazmaya başla.
Şükret:
Her akşam, “Rabbim, bana bugünü de yaşattığın için, nefes alıp verdirdiğin için şükürler olsun.” diye yatağa girip, her sabah yeni bir güne, yeni bir başlangıca müsaade ettiği için Allah’a şükrederek gözünü açabiliyorsan ne mutlu sana.
Alman şair Goethe;
“Allah’a şükret seni sıktığı zaman
Ve şükret O’na, tekrar bıraktığı zaman.” diyerek nefes alıp verebildiğimiz için Allah’a şükretmemiz gerektiğini, ne kadar da güzel ifade etmiş.
Her bir nefeste iki nimet vardır ve her bir nimet için de bir şükür gerekir. Sahi sen elli yıl boyunca kaç nefes aldın hiç düşündün mü? En önemli soru da şu;
Kaç kez ŞÜKRETTİN?
Evet ile Hayır’ı Dengele:
Bugüne kadar kim ne dediyse, kim ne istediyse “evet” dedin, “hayır” demesini bir türlü beceremedin.
Orta yaş geldi gidiyor, sen bayağı bir ilerilerdesin.
Kendine gel artık. “Evet” kadar, “hayır” sözcüğünden de faydalanmaya başla.
Aşırı talep ister evden ister işten ister sosyal çevreden, isterse beklentilerden kaynaklansın fark etmiyor, huzuru dinamitleyen “Stres Topunu” büyütüyor.
Kendine gel, uyanık ve akıllı ol!
Kendini kullandırma.
Bak insanlar çok uyanık ve zeki. Sen ise, ben seni iyi tanıyorum, sen biraz safça bir şeysin. Balık burcunun bütün özelliklerini taşıyorsun.
Dünyada şeytan, boynuzlarıyla; deliler de başında hunilerle dolaşmıyorlar. Zaten dünyada, şeytanın boynuzlarıyla, delilerin de başında hunilerle dolaştığını sananlar –sen ve senin gibi saflar- sürekli onların avı ya da oyuncağı olurlar.
Akıllı ol! Evet diyeceğin yeri ve zamanı da hayır diyeceğin yeri ve zamanı da iyi düşün, iyi seç. Birisi senden yardım istedi mi ona “Hayrı!” deme.
Tamam, kullandırma kendini ama yardım talebine sen yine de “Evet!” de.
Yardım talebine “Evet!” de ama ahmaktan kaç. Yılandan çıyandan kaçar gibi kaç ondan. Dikkatli ol! Nasıl ki küçük cisimler, gözümüze yakın tutulduklarında görüş alanımızı sınırlar, tüm dünyayı örterlerse, yakın çevremize kadar girmeyi başarmış asalak, beceriksiz, ahmak, küçük insanlar da son derece önemsiz ve değersiz olsalar da dikkatimizi ve düşüncelerimizi gereğinden çok, üstelik de hoş olmayan bir biçimde meşgul ederler.
Önemli düşünce ve olayları yanımızdan uzaklaştırırlar. Bize zarar verirler. Olumsuz düşünen, her olaya negatif bakan adamları yakınından, çevrenden uzak tut!
Sal gitsin, prim verme böyle asalaklara.
Hani hikaye bu ya, “Bir gün Hz. İsa, arkasından vahşi bir aslan kovalıyormuş gibi dağa doğru bütün gücüyle koşar. Adamın biri de peşinden koşarak kendisine yetişir. Neden böyle kaçtığını sorar. Hz. İsa, acelesinden olsa gerek soruya cevap vermez.
Adam bir müddet daha arkasından koştuktan sonra:
“Allah rızası için biraz dur da neden böyle kaçtığını söyle. Çünkü arkanda ne bir düşmen ne de vahşi bir hayvan var!” der.
Hz. İsa, “Beni oyalama, yürü işine git. Ben bir ahmaktan kaçıp kurtulmak için böyle koşuyorum” der.
Adam hayretler içinde: “Ya İsa! Körlerin gözlerini, sağırların kulaklarını açan sen değil misin?” diye sorar.
Hz. İsa: “Evet!” diye cevap verir.
Adam: “Ölüye ism-i azamı okuyup Allah’ın izniyle dirilten sen değil misin?” diye sorar.
Hz. İsa: “Evet!” diye cevap verir.
Adam: “Topraktan kuşlar yapıp onları canlandıran sen değil misin?”
Hz. İsa yine: “Evet benim!” diye cevap verir.
Adam bütün merakıyla: “Peki, öyleyse neden böyle kaçıyorsun? Bunca mucize sana gelmişken neden korkuyorsun?” diye sorunca Hz. İsa:
“O en yüce ism-i azamı sağıra okudum kulağı duydu. Köre okudum, gözleri açıldı. Kayalık dağa okudum, dağ çatladı, yarıldı. Ölmüş birine okudum, dirildi. Cansıza okudum canlandı. Fakat ahmağın gönlüne şefkatle yüz binlerce kere okudum, bir faydası olmadı. O ahmak bir kaya parçası, bir mermer kesildi. Ahmaklık huyundan vazgeçmedi. Onun için kaçıyorum!” der.
Soruyu soran adam: “İsm-i azamın ahmağa tesir etmemesinin hikmeti nedir?” diye sorunca, Hz. İsa:
“Ahmaklık Allah’ın bir kahrıdır. Hastalık, körlük, sağırlık bir beladır. Kahır değildir. Hastalığa, belaya uğramış kimseye acınır. Ahmak olan ise başkalarına acı verir ve incitir.” der.
Hoca, Hz. İsa’nın kaçtığı gibi ahmaktan kaçmak gerekir. Ahmağın sohbeti de zarardır. Havanın suyu buharlaştırdığı gibi ahmak da insanın ruhi özelliklerini çalar, manen yoksullaştırır. Gönlünü taşa çevirir.
Bu günlük bu kadar yeter mi?
Bence yeter!
Vesselam!..