Bugün biraz öfkeden ve onun hem psikolojik hem de manevi boyutundan bahsetmek istiyorum.
ÖFKELİYİM, ÖFKELİSİN, ÖFKELİ!..
Kalbi bilir misiniz?
“Elbette biliriz, seninki de soru mu Hocam?” diye kaşlarınızı çatmayın hemen!
Bildiğinizi biliyorum ama ben göğsümüzün sol tarafında olan ve kan pompalayan et parçasından bahsetmiyorum.
Kalp, Kur’an’da dört ya da beş faklı anlamda kullanılır.
İlk kullanım “Kalp” şeklinde geçer.
Bilir misiniz yüz otuzdan fazla yerde kullanılır bu şekilde.
“Çevrilmek, dönmek, evrilmek..” anlamlarındadır.
Bir de “Fu’âd” vardır.
Kalbin hissi boyutunu, içsel coşkuyu, tutkuyu anlatır.
Gönül dersek çok da yanılmayız.
“Sadr” şeklinde kullanılışı hemen hepimizin bildiği bir kelimedir.
Göğüs anlamına gelir ki Hz. Musa’nın Firavunun karşısına çıkarken ellerini açıp Rabbine yaptığı “Rabbişrahlisadri ve yessirli emri..” duasını bilmeyen adeta yoktur.
Ve “Öz, saf akıl, tertemiz kalp” anlamında kullanılan bir şekli daha vardır.
Buna da özelde “lüb”, Kur’an’da geçen ifadesiyle de “Ulû’l-elbâb” denir.
Neyse bunlar dataydı.
Azcık kafanızı karıştırmak, sizi birazcık Kur’an’ın sayfaları arasında gezdirmek istedim.
Bütün bunlardan yola çıkarak şöyle bir cümle kullanmama müsaade edin.
İnsanın kalbi bir meydandır.
O meydanda yukarıda saydıklarımın tamamı olabilir.
Ya da bazen biri bazen birkaçı aynı anda bulunabilir.
Evet, insanın kalbi bir meydandır.
O meydanda kimi zaman şükürle gül açar, kimi zaman öfkeyle ateş yükselir.
Bugün biraz öfkeden ve onun hem psikolojik hem de manevi boyutundan bahsetmek istiyorum.
Öfke, aslında varlığımızın bize verdiği bir alarmdır.
Evet varlığımızın, var olduğumuzun, bizim bir “benliğimizin” olduğunun bir işaretidir.
Ve varlığımıza yapılan ihlalin alarmı…
“Sınırların ihlal ediliyor, dikkat et!” diye fısıldar kulağımıza.
Modern psikoloji bize der ki öfke kötü değildir ancak yönetilmemiş, kontrol altına alınamamış öfke kötülüğe dönüşür.
Freud’un takipçileri, öfkeyi bastırmanın ruhu hasta ettiğini anlatırken; bilişsel terapi ekolü öfkeyi düşünce biçimlerimizin ateşlediğini söyler.
“O ateşi harlayan da aslında zihnimizdir.” derler.
“O bana saygısızlık etti!” düşüncesi kalpte alev olur.
Ama aynı duruma “Belki farkında değil” diye bakarsak ateş sönmeye başlar.
İşte farkındalık, öfkenin zincirlerini gevşetir.
Peygamber’in (sav) hayatında gördüğümüz model ise modern psikolojinin ele aldığı bu hakikatin bin dört yüz yıl önce yaşandığı bir örnektir.
Yaralı, yorgun, kırılmış hâliyle bile Uhud’da dua eden bir Peygamber…
Hırkasıbir bedevi tarafından arkasından çekildiğinde kızmayan, gülümseyerek bedeviyeveren bir Nebî…
Bu, öfkeyi bastırmak değil, öfkenin içindeki enerjiyi merhamete dönüştürmektir.
Haydi bir de Hz. Ali’den örnek vereyim.
Hz. Ali düşmanına kılıcını çekip tam darbeyi indirmek üzereyken düşmanını Hz. Ali’ye tükürmüştü.
Hatırladınız mı hadiseyi?
Yüzüne tükürük gelen Hz. Ali kılıcını indirdi. Düşmanını öldürmekten vazgeçti.
“Öfke vekızgınlıklakalkan el, adalet için değil, Hak için değil, nefs için kalkar.”
İşte bu farkındalık, modern terapide “dürtü kontrolü” dediğimiz şeyin ta kendisidir.
Haydi bakalım sevgili okuyucu, şimdi sen gözlerini yavaşça kapat.
Derin bir nefes al…
Ve hayal et, kalbinin içinde büyük bir meydan var.
Meydanın ortasında ateşten bir küre.
Bu küre senin öfken.
Ellerini uzatıyorsun, ama dokunmuyorsun.
Sadece izliyorsun…
Ne kadar sıcak olduğunu fark ediyorsun.
Sonra yavaşça, o ateşin kenarına bir tas su döküyorsun.
Su, senin şefkatin…
Su, senin özsaygın…
Su, senin Allah’a olan teslimiyetin…
Duyuyorsun, ateş cızırdıyor ama yavaş yavaş sönmeye başlıyor.
İçinde dinginlik yayılıyor.
Unutma, öfke, bir düşman değil; yönlendirilmesi gereken bir misafirdir.
Modern psikoloji buna “bilinçli farkındalık” der.
Manevi gelenek ise “hilm” der, yani yumuşaklık.
İkisi kalbinde birleştiğinde, öfke artık yakan bir ateş değil; senin yolunu aydınlatan bir kandil olur.
Vesselam!..