Batılı filozofların çoğu bu meseleyi uzun yıllar kurcalamıştır. Mesela Jean-Paul Sartre, “saf akıl”dan bahseder.
SAFAKIL VE ULÛ’L-ELBÂB(Saf Aklın Peşinde)
İnsanın en kıymetli hazinesi nedir diye sorsam, pek çoğumuz “para, sağlık, aile, dostluk” der, değil mi?
Evet, çoğumuz için kıymet verdiğimiz hazineler maddi değeri olan şeylerdir. Sağımızda solumuzda gördüğümüz “şey”ler…
Aslında bunların öncesinde ve ötesinde pek de düşünmediğimiz bir şey var:
“Akıl!”
Çünkü aklını kaybeden, aslında her şeyini kaybeder.
Filozofların ve Kutsal Metinlerin Ortak Noktası
Aklın değerini en çok filozoflar ve kutsal metinler tartışmıştır tarih boyunca. İlginçtir ki, birbirinden çok farklı dünyalara ait görünen Batılı bir filozof ile Kur’an’ın dili, bu konuda aynı noktaya parmak basar: “Saf akıl!”
Batılı filozofların çoğu bu meseleyi uzun yıllar kurcalamıştır. Mesela Jean-Paul Sartre, “saf akıl”dan bahseder. Ona göre akıl, hiçbir dış otoritenin baskısı altında kalmadan, özgürce düşünebilme yetisidir. Yani toplumun kalıplarına, geleneklerin zincirine ya da dogmaların gölgesine kapılmadan bağımsızca karar vermek… Sartre’a göre insan, bu özgür aklıyla kendi hayatını, hatta kendi özünü inşa eder.
Kur’an’daki Karşılığı: Ulû’l-Elbâb
Peki, Kur’an bu konuda ne diyor?
Kur’an’da da bir kavram var: “Ulû’l-elbâb.”
Geçenlerde psikolojik danışmanlık yapan bir kızımızla (Şeyma ile) konuşurken bu kavram aklıma geldi.
Kur’an’da kalp kelimesi birkaç farklı anlamda geçer. Kalp, fuad, sadr ve lübb derken özellikle “lübb” kelimesi dikkatimi çekti. Lübb, “öz” demektir; yani arı-duru, saf akıl.
Tanıdık geldi mi? Gelmiştir!
Kur’an, defalarca “Bunda ulû’l-elbâb için ibretler vardır.” diye seslenir. Yani “Aklını gerçekten saflaştıran, çıkarından ve önyargısından arındıran insanlar ibret alır.”
“Ulû’l-elbâb” kavramı, lübb’ün çoğuludur. Yani “temiz, saf akıl sahipleri, özünü kullanan insanlar” demektir. Buradaki mesaj açıktır: “Aklını çıkarların, önyargıların, kör taklidin etkisinden arındırabilen insanlar, hakikati görür.”
Ama Kur’an bu saf aklı yalnız bırakmaz; onu kalple, vicdanla ve takvayla destekler. Yani “ulû’l-elbâb”, yalnızca rasyonel düşünme gücü değildir; aynı zamanda kalbin ışığıyla birleşmiş, sorumluluk bilinciyle yoğrulmuş bir akıldır.
Sartre ile Kur’an’ın Kesiştiği ve Ayrıldığı Nokta
Sartre’ın saf aklı aslında Kur’an’la buluşur: “Akılla özgürleşmek.”
Ama bir farkla… Sartre’ın saf aklı, Tanrı’yı devre dışı bırakıp bireyin mutlak özgürlüğüne yaslanır. Kur’an’daki “ulû’l-elbâb” ise aklı kalple birlikte işletir. Yani Sartre’daki gibi sadece soğuk bir mantık değil; vicdanla, sezgiyle ve sorumluluk bilinciyle yoğrulmuş bir akıl…
Özetle, Sartre’ın “saf akıl”ı ile Kur’an’ın “ulû’l-elbâb”ı aynı kapıya çıkıyor gibi görünse de yolları ayrılır. Biri “özgür insan” der, diğeri “özgür ve sorumlu insan.”
Asıl Mesele: Özgür ve Sorumlu Akıl
“Yani ne demek istiyorsun Hocam?” derseniz eğer, ben derim ki:
Bugün etrafımıza baksak, ne Sartre’ın anlattığı kadar özgür düşünen insan çok ne de Kur’an’ın işaret ettiği saf akıl sahipleri…
Belki de asıl mesele, Sartre’ın cesaretini, Kur’an’ın hikmetini birleştirip hem özgür hem de sorumlu bir akıl sahibi olmaya çalışmaktır.
Hani derler ya: “Akıl akıldan üstündür.”
Bence asıl üstün olan, saflaşmış akıldır. Ama özgür, saf ve sorumlu akıl!
İşte asıl mesele bu:
“Hem özgür, hem sorumlu akıl sahibi olmak…”