İşte Yusuf ve Musa kıssaları, bir yönüyle de bu iki kapının insanda nasıl tecelli ettiğini gösterir bize.

YUSUF ve MUSA: CEMAL VE CELAL HARMANI

Hz. Yusuf ile Hz. Musa’dan bahsetmiştim geçen hafta.

Bugün de bu büyük peygamberlerin kıssalarından devam edelim istedim.

Hani insan için derler ki; “İnsan iki kanatlı kuş misalidir!”

Hakikaten de öyledir.

Mesela,olgun bir insanın kalbi iki kapıyla açılır,“biri cemâlin, diğeri celâlin” kapısıdır.

Birinden zarafet, sabır ve güzellik süzülür; ötekinden kudret, öfke ve mücadele.

İşte Yusuf ve Musa kıssaları, bir yönüyle de bu iki kapının insanda nasıl tecelli ettiğini gösterir bize.

İnsanın iç dünyası bazen karanlık, derin ve dipsiz bir kuyu gibidir.

Sesiz bir bekleyişle müjdeli bir doğuma gebedir.

Yusuf kıssası bu kuyudan başlayıp zindana ve oradan saraya uzanan bir yolculuktur. Modern psikoloji bu seyri “travmanın yeniden anlamlandırılması” diye tarif eder.

Evet, Yusuf, ihanete uğradı, terk edildi ama zindanda bile “güzel”le, “güzellik”le kaldı.
Güzelliği burada yalnızca yüz hatları veya maddi güzellik olarak algılamayın.

Yusuf’un güzelliği hem maddi hem de manevidir.

Sabır, vakar ve tam teslimiyet hâlidir.

Züleyha kıssası da aslında nefis ile irade arasındaki çatışmanın timsalidir.

Arzu, insanı çekiştirirken, irade “hayır” diyerek özgürleştirir.

Özgürlük her istediğini, her istediğin yerde ve her istediğin zaman yapmak demek değildir.

Evet, bazen “hayır!” diyerek de özgürleşirsiniz.

Hatta en büyük özgürlük bazen “hayır!” diyebilmektir.

Yusuf’un “Ben Allah’a sığınırım” deyişi, psikolojide en güçlü savunma mekanizması olan “Üst düzey erteleme”nin (delayedgratification) yani“ertelenmiş hazzın” mükemmel bir örneğidir.
Tasavvufî dilde ise Yusuf, cemâlin tecellisidir.

Cemâl insanı cezbeden, kalbi yumuşatan ilahî bir tecellidir.

Züleyha’nın aşkı, mecazdan hakikate açılan bir kapı olur.

Çünkü Yusuf’un,onda ya da varlıkta gördüğü güzellik, aslında Allah’ın güzelliğinin bir yansımasıdır.

Musa’nın hikâyesi ise, cemâlin sükûnetinden farklı olarak, celâlin fırtınasını da anlatır.

Firavun’un sarayında büyüyen Musa, bir yandan kimlik karmaşası yaşar, öte yandan ise zulme boyun eğmez ve başkaldırır.

Tüm yetkileri elinden alınır, hakkında yakalama kararı çıkarılır ve yurdunu, memleketini terketmek zorunda kalır.

Psikolojide bu tabloya “post-travmatik büyüme” denir: yara, insana güç katar.
Musa’nın rivayetlerde anlatılan kekemeliği (gerçekte böyle bir kekemelik olduğuna dair bir bilgi yoktur), bir zayıflık gibi görünse de, aslında onun tevazuunu büyütür.

Kardeşi Harun’u yanına alması, bugünlerde çok konuşulan “sosyal destek” kavramının ruh sağlığındaki önemini de hatırlatır bize.

Psikoterapide biz biliriz ki dayanışma çoğu zaman insanın en önemli ilacı olabilir.
Tasavvufî gözle bakınca Musa, celâlin tecellisidir.

Tur Dağı’na çıkıp ilahî tecelliye şahit olduğunda yere yığılması, insanın “fena” hâlidir.

Celâl, kulun benliğini yakar; geriye yalnızca hakikat kalır.

Musa’nın asasıyla denizi yarması da bu celâl kudretinin çok açık bir sembolüdür.

Elbette ki Yusuf’un cemâli ve Musa’nın celâli, insanda bir araya gelmedikçe eksiklik kalır.

Cemâlsiz bir insan, öfke ve mücadele içinde katılaşır, sertleşir.

Celâlsiz bir insan ise sessizlikte, sakinlikte, durgun ve durağanlıkta boğulur, zulme karşı sesi kısılır.
Tasavvuf ehli der ki,“Allah cemâliyle kulunu çeker, celâliyle terbiye eder.”

Psikoloji de der ki, “İnsan hem kırılganlığını kucaklamalı, hem de mücadele kaslarını geliştirmelidir.”

Yusuf sabrı, teslimiyeti ve zarafetiyle kalbi eğitir; Musa cesareti ve kudretiyle toplumu ayağa kaldırır.
Bilir misiniz, insandaki gerçek olgunluk, bu iki damar birleştiğinde doğar.

Kalbin bir yanı Yusuf gibi cemal ile sabreder, diğer yanı Musa gibi celâlle zulme başkaldırır.

Cemâl ve celâlin aynı yürekte buluştuğu insan, hem kuyudan çıkabilir hem de hiç düşünmeden elindeki asasıyla denizi yarabilir.

Vesselam!..