Dünya bir imtihan yurdu. Ve bu imtihanın en kritik sorusu: "Hayatının hesabını verebilir misin?"

Bir nefes… İnsan hayatı o ince çizgide başlar, yine o çizgide son bulur. Ne servet, ne şöhret, ne makam… Ölüm geldiğinde hiçbirini götüremiyorsun. Arkanda kalan yalnızca iki şey: Hayatın boyunca yaptıkların ve insanların gönlünde bıraktığın iz.

Cenazelerde sık duyduğumuz bir cümle vardır:

“Ne götürdü ki gariban, elinde bir şey yoktu zaten…”
Oysa ne büyük yanılgıdır bu! Asıl soru şu olmalı:
“Ne götürdü ruhuna yük olarak? Ne götürdü yüreğine yüklenen niyetlerden?”

Dünya bir imtihan yurdu. Ve bu imtihanın en kritik sorusu:
"Hayatının hesabını verebilir misin?"

Biriktirdiğin altın değil, tuttuğun söz önemlidir. Sahip olduğun değil, paylaştığın değerlidir. Bir gün gelecek, sırf bir yetimin başını okşadın diye kurtulacak yüreğin. Belki bir merhamet bakışın, belki bir gece gizlice ettiğin dua, terazinin kefesini ağırlaştıracak.

Bir kıssa anlatılır:

Hazreti Ömer döneminde zengin bir tüccar vefat eder. Cenazesi büyük bir kalabalıkla kaldırılır. Ardından az ileride, ayakkabıları yırtık bir garibanın da cenazesi getirilir. Fakat kimse ilgilenmez. Hazreti Ömer cenazelerin ardından bir gece dua eder:

“Allah’ım! Hangimizi daha hayırlı kullarının arasına kattın, sen bilirsin. Ama ben şunu öğrendim: Ölüm, zengini fakiri ayırmıyor ama insanlar ayırıyor.”

Bugün sahip olduklarımız, yarın başımıza bela olabilir. Helalinden kazanmadığımız her kuruş, şüpheli her lokma, haksız elde ettiğimiz her makam... Ölüm anında boğazımıza düğüm olur. Çünkü ne götürdüğümüz değil, neyle gittiğimiz önemlidir.

Yarın hesabı sorulacak bir ömür yaşamamak için, bugün tevazu ile adım atmalı. Bugün helalleşmeli. Bugün, arkamızdan “iyi ki yaşadı” dedirtecek izler bırakmalı.

Çünkü ölüm, kimseye randevu vermez. Ve dünya dediğin, yalnızca bir nefeslik imtihandır.

Şeyda Gökten
(NOT: Geri Dönmeyenler Sokağı adlı kitabımdan bir kesit)