Kuzeyimizde Ukrayna-Rusya savaşı tüm acımasızlığıyla sürüyor. Savaşın en büyük bedelini sivil halk ödüyor; yıkılan şehirler, parçalanan aileler, yerinden edilen milyonlarca insan…

Son günlerde etrafımıza şöyle bir bakmak bile yürek burkucu bir tabloyu gözler önüne seriyor. Türkiye haritasını açıp etrafındaki ülkelere tek tek baktığınızda sizi karşılayan manzara; savaşlar, krizler, kaoslar ve tehditlerle çevrelenmiş bir ülke gerçeğiyle yüzleştiriyor.
Evet… Türkiye, bir ateş çemberinin tam ortasında.

Kuzeyimizde Ukrayna-Rusya savaşı tüm acımasızlığıyla sürüyor. Savaşın en büyük bedelini sivil halk ödüyor; yıkılan şehirler, parçalanan aileler, yerinden edilen milyonlarca insan… Avrupa'nın göbeğinde yaşanan bu yıkım, bir kez daha uluslararası sistemin zaaflarını ifşa ediyor.

Doğuda İran; hem iç karışıklıklar hem dış müdahalelerle boğuşuyor. Toplum derin fay hatlarıyla ayrışırken, rejimin bölgesel yayılmacılığı ve silahlanma politikaları, sadece kendi halkını değil, çevre ülkeleri de tehdit ediyor.

İsrail'in Gazze’de yürüttüğü orantısız saldırılar ise sadece bir savaş değil, açık bir insanlık dramıdır. Bu coğrafyada vicdanı olan herkesin içine sızan o sessiz çığlık, bugün dünyayı ikiye ayırıyor: Ya zulmün yanında duracaksınız ya da mazlumun safında.

Irak ise hâlâ terörün gölgesinde. Sınır hattımıza kadar sızan tehditler, Türkiye’yi her an teyakkuzda olmaya zorluyor. Sınır ötesi harekâtlar, sadece bir güvenlik önlemi değil, aynı zamanda bir varoluş mücadelesidir.

Güneybatımızda Libya… Bitmek bilmeyen iç savaş, dış güçlerin taşeronluk yarışıyla daha da karmaşık hale gelmiş durumda. Devlet olma vasfı zayıflatılmış, halk ise yaşam mücadelesine terk edilmiş.

Balkanlar’da ise siyasi krizler baş gösteriyor. Bulgaristan’da hükümetler ardı ardına çöküyor, istikrarsızlık halkı bıktırıyor. Ermenistan ise provokatif çıkışları ve agresif tutumuyla sınırlarımızda yeni gerilimlerin fitilini ateşliyor.

Bütün bu gelişmelerin ortak bir sonucu var:
Türkiye’nin etrafı, tam anlamıyla bir kriz sarmalı içinde.

Ama bu tablo yalnızca bir tehdit olarak değil, aynı zamanda bir uyanış çağrısı olarak da okunmalıdır. Çünkü bu ateş çemberi, aynı zamanda Türkiye'nin stratejik önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Türkiye, sadece coğrafi olarak değil, medeniyet itibarıyla da merkezde bir ülkedir. Bu millet, tarihin her döneminde mazlumların umudu, zalimlerin korkulu rüyası olmuştur. Bugün de aynı ruhla hareket etmek, çağın şartlarına uygun bir şekilde yeniden diriliş göstermek zorundayız.

Bu yüzden “tarafsızlık” adı altında sessiz kalmak değil, vicdanlı ve stratejik durmak esastır. Sessizlik suça ortaklıktır. Bu coğrafyada var olmak için bir yandan dua, diğer yandan savunma sanayii gerekir. Bir yandan diplomasi, diğer yandan istihbarat gerekir. Ve en önemlisi; birlik, dirlik ve basiret gerekir.

Çünkü biz biliriz ki:

> “Mazlumun duası, zalimin tankından büyüktür.
Vatanını koruyan millet, medeniyeti yeniden inşa eder.”

Türkiye, bu yangınların ortasında yalnız değildir. Ardında binlerce yıllık bir medeniyet, köklerinden güç alan bir millet, her türlü badireyi aşmış bir irade vardır.

Bu ateş çemberi içinde Türkiye dimdik durmaya devam edecektir.
Ama bu ancak ve ancak 85 milyonun aynı hedefe bakmasıyla mümkündür.

Bugün ayrışma günü değil, birleşme günüdür. Bugün şikâyet değil, çözüm üretme günüdür. Bugün vatan nöbetindeyiz; herkes bulunduğu yerden, elindeki imkânla bu mücadeleye katkı sunmalıdır.

Etraf ateşse, biz yürek olacağız.
Dünya susmuşsa, biz haykıracağız.
Bize düşen vazife; hakikatin, adaletin ve barışın sesi olmaktır.

Çünkü Türkiye sadece kendisi için değil,
etrafındaki tüm mazlumlar için de yaşamalıdır.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın dediği gibi:

-"Dünya beşten büyüktür. Daha adil bir dünya mümkündür"

19 Haziran 2025

Şeyda GÖKTEN