Hele ki bir baba, bir eş, bir evlat ve bir kardeş ise, o satırlar yetmez, kelimeler yetmez.

ÖLÜMÜN BİLE KAPATAMADIĞI KAPILAR

“Bazı hayatlar, tek bir satıra sığmaz.” demiştim bir önceki yazımda.

Ne bir kimlik numarasına, ne bir mahkeme tutanağına, ne de bir hastane raporuna…

Hele ki bir baba, bir eş, bir evlat ve bir kardeş ise, o satırlar yetmez, kelimeler yetmez.

Sığmadı, sığdırmadılar.

Yıllarca onurla taşıdığı üniformasını, mesleğini bir gün elinden aldılar. Bir gecede, bir imzayla, sorgusuz sualsiz… Ardından kapılar kapandı, yıllar demir parmaklıklar ardında eridi, eridi, eridi...

Medreseler sultanı güzel yüzlü Yusuf misali...

Eşinin sabrı, çocuklarının hasretiyle büyüdü. Onun için zaman, bazen yavaşladı, bazen durdu. Ama hiç geriye doğru akmadı.

Gurbet, yeni adres...

Tanımadığı sokaklar, bilmediği kelimeler, yabancı yüzler…

Hicretin kapılarını açan sonra da Cennette kanatlanıp uçan Cafer-i Tayyar misali...

Ve bir gün, yılların özlemi hava limanında eridi.

Eşine ve kızlarına sarıldığı o an, “Her şey geride kaldı,” diye düşündü. Ama hayat, yarası kabuk bağlamamış insana tuz basmayı sever.

Doktorun odasında, soğuk bir ses:

“Hastalık ilerlemiş… Çok az vaktiniz kaldı.”

Üstelik bunu, eşinin ve çocuklarının yanında söylediler.

Ölümün gölgesi, meleğin soluğu artık odanın içinde geziniyordu.

Arayanlara, “Meleği bekliyorum!” diyordu.

O an, bir insanın içine ne düşer? Korku mu, hüzün mü, teslimiyet mi?

O, teslimiyeti seçti.

Son günlerinde, dudaklarından dua eksik olmadı. Her fırsatta şehadet getirdi. Allah’a tam bir tevekkülle teslim oldu.

“Hasbünallahi ve nimel vekil” dedi en derinden, teslimiyet kahramanı İbrahim misal...

Eşiyle birlikte, son üç gününü aynı odada geçirdi. Ne o eşinden ayrıldı, ne eşi ondan… Yan yana, el ele, göz göze…

Zaman, artık dakika dakika eriyordu.

Bir ara ikisi de hastahane odasında el ele uyuyakaldılar.

Ansızın, gaipten gelen bir ses uyandırdı onları:

“Şahit ol!..”, “ Şahit ol!..”, “Şahit ol!..”

İçine dolan huzurla, bu sesin hakikat olduğuna inandı. Eşi de o andan itibaren, onun şehit olacağına dair kalbinde derin bir kanaat taşıdı.

“Sen şehitsin!..” dedi tüm kalbiyle, tam teslimiyet ve sarsılmaz inançla.

“Sen şehitsin!”

Tüm dünyayı bir sözle ardında bırakıp Uhut’ta “Şehit ve Şahit” olarak Rabbine giden Musab misali...

Son saatlerinde gözleri de artık görmez olmuştu.

Gündüz vakti, “Işıkları yak, karanlık olmuş,” dedi eşine.

Yaşadığı tüm sıkıntılar boyunca bir an bile yanından ayrılmayan o güzeller güzeli eşi, Hz. Hatice misali her an yanında ve kalbinde olan eşi vefalı kadın Havva anlamıştı gözlerinin görmediğini.

Yutkundu, kalbi ağrıdı, nefes alamadi...

Ama hissettirmedi, işi şakaya vurdu.

“Şimdi gece… İnsanları rahatsız etmeyelim. Karanlıkta konuşalım olur mu” dedi. Gündüz vakti karanlıkta ama kendi aydınlıklarında, kalp ışığında konuştu, konuştu, konuştu...

Ve ölümüne dakikalar kala, elini eşinin eline uzattı.

Sesi yumuşak ama kararlıydı:

“Biliyor musun Havva?” dedi. Ben seni çok seviyorum…”

Havva tebessüm etti, gülümsedi sevindi. Ellerini daha da sıkı tuttu. Gözleri parladı “Hep yanındayım, elin elimde, gözün gözümde, kalbin kalbimde” dedi güzeller güzeli Aişe annemiz misali...

Sonra konuşmaya devam etti Burak amir, “Havva, evet seni çok seviyorum ama bil ki Allah’ı daha çok seviyorum. O beni çağırıyor.”

Bu sözlerle döndü yüzünü ukbaya. Bu sözlerle kapattı gözlerini dünyaya...

“Ya Aişe seni çok seviyorum ama ben yüce dosta, yüce sevgiliye gitmek istiyorum” diyen Nebiler Sultanı Efendimiz Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa misali...

Kalbi artık bu dünyada değildi.

Bu veda, bir ayrılıktan çok bir kavuşmaydı.

Mevlana misal “Şeb-i aruz, kavuşma günü, düğün günü.”

Rabbine, yıllar önce Yusuf misali düştüğü kuyulardan, gurbete savrulduğu topraklardan, gurbetin soğuk sokaklarından ve hastalığın ağır gölgesinden geçerek ulaştı.

Belki ardında kalanlar için bu bir kayıp; ama onun için bir dönüş, bir vuslat...

Ve işte o yüzden bazı kapılar kapanır, evet. Ama bazı kapılar vardır ki, ölüm bile kapatamaz o kapıları.

16 Ağustos 2025

Mahmut Açık