Kabullenmek, boyun eğmek demek değildir. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye çalışmamak, olduğu gibi kabul etmek demektir.
Merhaba Hoca!
Uykumuzu aldık, işi de ciddi tuttuk bir önceki mektubumuzda.
Bayram da geldi geçti.
Kimimiz baklava börek tepsisinde yuvarlanırken kimimiz yiyecek ekmek bulamadı.
Kimimiz tatil köylerinde, bağ bahçelerde gezip tozarken kimimiz gözaltında nezarette geçirdi bayramı.
Kimimiz eğlendi güldü, kimimiz üzüldü ağladı…
Velhasıl kelam bir bayram daha geldi geçti.
Şimdi biz mektuplarımıza kaldığımız yerden devam edelim derim.
Ne dersiniz?
Orta yaş sonrası iyi yaşam rehberimizin yedinci mektubunun üçüncü bölümünden devam ediyorum.
Nereden mi?
Tam da kaldığımız yerden;
Şimdi kabullenme ile devam edelim istersen.
Kabullenmek, boyun eğmek demek değildir. Değiştiremeyeceğimiz şeyleri değiştirmeye çalışmamak, olduğu gibi kabul etmek demektir.
Sana, Allah tarafından verileni kabullen.
Hem gökten ne gelmiş de yer kabul etmemiş değil mi?
Verilenler için ve içinde bulunduğun an için, hâl için şükret.
Şükür, huzur yolculuğunun ilk adımıdır.
Bir de sahip olmaya çalışma! Hayatı sadece bir şeylere sahip olmak için yaşama. Hayat, sana sunulan bir haktır ve bu hakkı, sadece bir şeylere sahip olmak için harcama. Bu seni mutsuz eder. Bu yüzden “sahip olmak için” değil, “olmak için” yaşa. Olmak istediğin kişi ol.
“Sahip olma, sadece ol!”
Hem senin psikolog ErichFromm dahi, bununla ilgili bir kitap yazmıştı değil mi? “Sahip Olmak ya da Olmak!”
Ailene sahip çık!
Aile, huzur dünyasının merkezidir, çekirdeğidir. En güçlü korunak, en güvenli siperdir, en güzel limandır.
Aile, şifadır. Sakinliğe, huzura davettir. Aidiyettir. Sen farkına varmadan, içini, ruhunu ısıtan, rahatlatan bir ‘huzur hapı’ gibidir.
Ailenle senin durumun neye benzer bilir misin?
Aynı kalbin vücuttaki durumuna benzer. Birisi diğerinden ayrılamaz. Kalbi olmayan bedende hayat olmaz. Bedensiz kalp de düşünülemez. Bunların ikisi de ayrı ayrı şeyler olmalarına rağmen, manen birdirler.
Aynı, ailenle senin gibi.
Ailen olmadan sen, sen olmadan ailen yarım kalır, tam olamazsınız.
Bu da geçer, diyebil!
Varlık gibi yokluk da çokluk gibi azlık da hastalık gibi sağlık da kısacası her şey bizim içindir ve geçicidir.
Zorluklar, üzüntü, endişe verici olaylar ve kayıplarla karşılaştığında “Bu da geçer ya Hu!” demeyi bil.
Zaman, sadece birazcık zaman lazım!
Nasıl unuttuysan çocukluğunu, kırılan oyuncaklarını, düşünce yara bere olan vücudunu; kırılan kalbini de acılarını da sıkıntılarını da öyle unutacaksın.
Bana zarar verdiler, düşüncesini ortadan kaldırırsan, zararın kendisini de ortadan kaldırmış olursun.
İnsanlar en çok nerde hata yapar, bilir misin?
İnsanlar, hayatı bir bütünmüş gibi düşünüyorlar.
Oysaki hayat bir bütün değildir.
Sen, hayatı bir bütünmüş gibi düşünüp kaygılanma. Önceden başından geçmiş ve sonradan başına gelecek olan kederleri hep bir aradaymış gibi düşünme.
Böyle yaparsan ne olur bilir misin? Yani kaygılanırsan, henüz yanına gelmediği bir köprüden geçemediği için kaygılanan, üzülen bir aptalın durumuna düşersin. Unutma ki geçmiş geçmiştir. Onu değiştiremezsin ancak ondan ders çıkarır, ibret alırsın.
Gelecek ise, Yüce Allah’ın Kur’an’da da söylediği gibi;
“Kendisini hangi müjdenin beklediğini kimse bilemez.”(Secde,17), düsturuncabizce meçhul. Geleceği ancak Allah bilir. O halde an’ı anlamlı kılmaya çalış. Yaşadığın an’a anlam kat. Bir sona geldiğin için ağlama, onu iyi ya da kötü yaşayabildiğin için ŞÜKRET ve GÜLÜMSE.
Unutma Hoca, hüznün kaynağı geçmiş, korkunun kaynağı gelecektir ve yaz bunu bir kenara;
“Allah‘ın dostlarına korku ve hüzün yoktur.”(Yunus,62).
Dualardan faydalan!
Dua insanı rahatlatır. Yaptığın ama samimi, candan, içten yaptığın her dua, sana çok buudlu, güçlü, derin ve anlamlı bir manevi zenginlik ve sağlam bir inanç yükler. Huzur arayışında bir iç doktor etkisi oluşturur.
Dua çok sağlam bir terapidir. Ancak, şartları var tabi.
Önce, ihtiyaç hissedeceksin. Sonra samimi olacaksın. Aczini, ihtiyacını kabul edip, samimi bir şekilde sadece ellerini değil, kalbini de açacaksın Allah’a. O’nun (c.c.) mutlak gücünü kabul edip, önünde diz çökeceksin. Ve O’na (c.c.) mutlak bir güven içinde olacak kalbin. Bak o zaman nasıl rahatlar ve huzurla buluşursun. Dünyanın en meşhur terapistleri aciz kalır samimi yapılan dua karşısında. İrvinYalom bile o kel başındaki şapkayı çıkarmak zorunda kalır.
Ve Allah’ın huzurunda edep önemlidir!
Ne demişler büyükler;
“Biedeb mahrum beşed ez lutf-i Rab!” yani, edepsiz kişi, Allah’ın lütfundan mahrum kalır!
Güce yaslanma!
Gücün ve varlığın da zenginliğin ve makamın da iktidarın ve koltuğun da geçiciliği ve bir son kullanma tarihi olduğu kesindir. Beşeri güce yaslanıp kendini yorma, yıpratma. Mutlak güce güven ve yaslan eğer yaslanacaksan. Yani bir ve tek olan Allah’ın gücüne. Allah’ın iradesine, iktidarına, emrine uy ve boyun eğ.
Az önce de söylemiştim. Herkes dayandığı zata göre kuvvet kazandığına göre, Allah’a dayanan insan sonsuz bir güç elde etmiştir.
Sen bundan sonraki hayatında şu düsturdan ayrılma;
“Tevekkül barınağına sığın, teslim asasına dayan, sırtını Allah’a ver ve yürü!”
Haydi, yolun açık olsun!
Yetinmeyi bil!
Ah bir becerebilsek!
Kanaat çok önemlidir. İnsana en çok huzursuzluk veren şeylerin başında kanaatsizlik gelir, yetinmeyi bilmemek gelir.
Sürekli daha fazlasına sahip olma dürtüsü ile yaşamak, huzur evinin temeline konmuş bir dinamit gibidir. Her an patlayıp hayatını darmadağın edebilir.
Sen daha çoka sahip olmak yerine, ‘olmaya’ çalış!
“Hamdım, piştim, yandım!” diyor ya Mevlana, sen de hamlıktan çık, fırına gir, piş ve yan. Yani ol!
Hem gidiş biletin kesin ama bu biletin saati belli değil. Sen gidişe de hazır ol. Sen anlatmıyor muydun derslerde:
İnsanlarda veli,
Cuma’da dakika-ı icabe,
Ramazan’da Leyle-i Kadir,
Esma-i Hüsna’da İsm-i Azam,
Ve
Ömürde ecel meçhuldür, diye.
O halde, her an gelebilecek ecel, senin neyin var neyin yok, sahip olduğun her şeyi geride bırakmayacak mı? Ne diye yırtınır durursun?
Kanaat et, kanaatkâr ol!
Sahip olmaya çalışma, sahip olamazsın. Hani derler ya;
“Mal da yalan, mülk de yalan.”
Bir de neydi, hani devamı vardı ya,
“Hani bunun ilk sahibi?” diye.
Kanaatkâr ol Hoca, kanaatkâr ol!
“Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim
Kırkı da çekemedi kaldı şöyle yazılı.” der koca Yunus Emre. Allah’ın işine akıl, sır ermez, der. Her işinde hikmeti çoktur, sende ise akıl biraz kıttır, der. İşte, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz, bazıları zerreyi kendilerine yerleştiremez. En iyisi mi sen ortasını bul.
Ortası ne bu işin diye soracak olursan;
Geçinebilecek kadar bir iş,
Temel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar zenginlik,
Tatmin olacak, doyum sağlayacak bir amaç,
Sorunları çözecek kadar bir zeka,
Zorluklarla mücadele edecek kadar cesaret,
Kendini sevecek kadar öz saygı,
Muhtaç olanlara verecek iyilik duygusu, (Bunda sınır yok. Ne kadar çok olursa o kadar iyi olur.)
Her an gülecek kadar mizah yeteneği ve duygusu,
İyi ki yarın var diyecek kadar umut.
“Neyse ki yarın var; umutların en sevdiği gün.”(S. Karakoç)
Hayatın hakkını verecek kadar sağlık,
İşi ve eğlenceyi dengeleyecek kadar akıl,
Daha çok insanı beğenecek ve daha çok insanı sevecek kadar şefkat,
Sahip olduklarının kıymetini bilecek kadar şükür duygusu,
Vee;
Hiç bitmeyecek kadar imana sahipsen eğer, gece olunca al abdestini, iki rekât şükür namazı kıl ve rahat ve huzurlu bir şekilde,
“El-istirahat-i fil-yatak,
Velev kane toz-toprak” de ve gir yatağa istirahat et.
Zira Allah da öyle buyurmuyor mu?
“Ve cea’lnanevnekumsubata /Uykunuzu bir istirahat kıldık.” (Nebe, 9).
Hoca, daha fazla söze gerek var mı? Sen akıllı bir adamsın;
“El-arifütekfihi’l-işare /Arif olana bir işaret yeter.”
Vesselam!..